HAVALI TERCİHLER
“Çırak yetişmiyor.” demişti ayna
ustası… Yeni neslin mesleklerinde çıraklık aşaması yoktu anlaşılan.
Halbuki hayatın yasasına aykırı
değil miydi bu?
Her şey bir çıraklıkla başlamıyor muydu?
“Çırak yetişmiyor.” demişti ayna
ustası… Yeni neslin mesleklerinde çıraklık aşaması yoktu anlaşılan.
Halbuki hayatın yasasına aykırı
değil miydi bu?
Her şey bir çıraklıkla başlamıyor muydu?
Gece
yağan yağmurun ardından gün doğmuştu. Maviliğin içine serpiştirilmiş gibi
görünen son bulutlar da hafif bir esintiyle birlikte başka diyarlara doğru yol aldılar.
Bugünün ilk ışıklarıyla birlikte Halit de güne başlamıştı.
Sabahın ilk ışıkları daha odaya doğmamıştı. Hava daha aydınlanmamıştı, buna rağmen erken kalktı çünkü hazırlık yapmalıydı. Akşama büyük bir organizasyon vardı ve oranın yemek işini Reyhan'a vermişlerdi. Aslında Reyhan'ın böyle bir isteği olmamıştı ama yöresel yemekler yapmakta ustaydı. Bu konuda adı iş çevrelerinde duyulmuştu. Yurt dışı bağlantısı olan bu firmanın da yurt dışından yabancı misafirleri gelecekti. Gelecek olan misafirlere yöresel yemek yedirmek istedikleri için işin ustası Reyhan’ı bulmuşlardı.
Karşısındaki çam ağacını dikkatle inceliyordu Aylin. Keşke burada çam ağacı yerine çınar ağacı olsaydı, diye geçirdi içinden. Çam ağacının iğne yapraklı olması hoşuna gitmiyor, bu nedenle de onu pek ağaçtan saymıyordu. Aylin'e göre ağaç dediğin şöyle rüzgarla uçuşan, geniş yapraklı ve daha sevimli olmalıydı. Ayrıca böyle bir ağacın gölgesinde oturmak daha keyifli olur diye düşünüyordu.
Ofis ışıklarının parlaklığı gözünü alıyordu. Bir yandan da açık ofiste olduğu için iş arkadaşlarının çıkardığı sesler uğultu halinde kulağında yankılanmaktaydı. Klimadan vuran ılık hava teninde dolaşıp dururken, Ayşe’nin de zihninde sorular birbiri ardına dolanıp duruyordu. Bir terfi süreci başlamıştı. Kendisinin de terfiyle ilgili süreci vardı ancak şahit oldukları kendi terfi sürecinden daha çok üzmüştü.
Sinan 4 çocuklu bir ailenin 3. çocuğuydu. En büyük hayali bitirdiği öğretmenlik bölümünden bir devlet okuluna atanabilmekti. Yıllarca dershanelerde öğretmenlik yapmış ancak istediği maaşı alamamıştı. Mutlu bir evliliği vardı ancak eşinin kendisinden fazla kazanması, ona içten içe kötü hissettiriyordu. Her yıl bayramlardaki akraba gezmelerindeki atanma sorulardan sıkılmıştı. Artık güçlü görünmek, kendi işinin patronu olmak istiyordu.
Ahmet babasını kaybettiğinde henüz 8 yaşındaydı. Aklına babasının vefat ettiği gün geldi. Birden evleri insan kalabalığı olmuştu. Halaları, teyzeleri hüngür hüngür ağlarken annesi bayılıp duruyordu. Bu bayılmalar bir yıla yakın sürmüştü. Babasını bir daha göremeyecek olmasının yanında bir de annesini kaybetme korkusu da yaşıyordu o günlerde. Annesi zamanla toparlanmıştı ve tüm hayat odağı oğlu olmuştu.
Bu yaz tırtıllar her zamankinden çok daha fazlaydı. Bahçede çardağın altında her oturduklarında masaya pıtır pıtır düşüyorlardı. Kocaman bir ailesi vardı Nisa'nın ve her yaz bahçe evinde bir araya geldiklerinde masa kalabalık olurdu. Masaya düşen tırtıllar, özellikle ortada yemek varken büyükler için kabusa dönüşse de çocuklar için tam bir eğlence kaynağıydı. Niye mi? Çünkü çocuklar tarafından o tırtıllar itinayla toplanır, kavanoza yerleştirilir, böylelikle her çocuğun tırtıl adedince hayvanı olurdu. Anneler "Yapmayın evladım!" diye kızsa da çocuklar buna pek aldırış etmezlerdi. Tırtıllar o yaz her zamankinden fazla gündem olmuştu.
Annesi Cemre’ye alttaki komşuları Hatice teyze hakkında bir şeyler anlatıyordu. Konu Cemre’nin hiç ilgisini çekmemişti. “Anne ne yapayım ben alt komşu ne yapıyor ya!” diye söylendi. Ne yaparsa yapsın bizi neden ilgilendiriyor. Bilmem kaçıncı kez annesine bunu söylüyordu. Neden başkalarının işlerine bu kadar çok karışıyor bir türlü anlayamıyordu.
Sevda yine işten geç dönmüştü. İşyerinde muhasebe servisinde çalışıyordu. Yıl sonu olduğunda iş yükü iki katı kadar artıyordu. Ona rağmen hiç yüksünmeden şikâyet etmeden çalışırdı, seviyordu da işini. On iki yıldır aynı yerdeydi.
Her gecenin bir aydınlığı vardır. Yeni bir gün başlıyordu. Güneş ışıkları odanın içine süzülürken, dışarıdan gelen araba sesleri de çoğalmaya başlamıştı. Cemre zorlanarak gözlerini açtı.
Yağmurun sesi ve sobanın sıcaklığıyla özlem duyduğu kış atmosferini yakalayacaktı sonunda. Sobalı evde kalmayalı ne kadar da zaman olmuştu? Anneannesi telefonda konuşurken onu sıkı sıkı tembihlemişti.:
-Buralar çok soğuk, sıkı giyin gel. Kaloriferli evlere benzemez.
Nevin mutfakta bulaşıkları toplarken bir taraftan da kendi kendine konuşuyordu. Tezgâhı on kere sildi söylendi, sildi söylendi.
- İyilik de yaramıyor bunlara, tabii bunlar başıma hep yaptığım iyiliklerden geldi . Tabiii…
-Yok yok bundan sonra kimseye iyilik yok. Ne halleri varsa görsünler. En yakının ya en yakının bile seni anlamıyor. Nankör bunlar…
Aysel 11 yıldır aynı hukuk bürosunda çalışıyordu. 11 yılda çok insanla tanışmış, çok davaya şahitlik etmişti. Bazı davaların iş yükü çok fazla oluyor, altından tek başına kalkmaya çalışırken çok yoruluyordu.
Yeni gelen yöneticisiyse bazı yöntemleri değiştirmeye başlamıştı.
Birgül her şeyi öğrenmeyi ve denemeyi seven bir insandı. Birçok kursa gitti, birçok seminere katıldı ve pek çok diploma aldı. “Ne kadar çok şey bilirsem, o kadar kazanırım.” diye düşündü. Ancak 30 yaşına geldiğinde hâlâ doğru düzgün bir meslek sahibi olamadığını fark etti.
İstiklal caddesinde yürüyordu Nehir. Yürürken de düşünüyordu. Gözleri de üzerine doğru gelen insan selini süzüyordu. Yabancı ve Türk ne çok insan vardı… Sonra gözüne takılan insanlar üzerine düşünmeye başladı… Bazıları rengarenk giyinmişti, yaşı ilerde olmasına rağmen saçlarını da özenle kızıla boyamıştı. Bazıları çok klasik ve resmi..
Yaz dönemi yavaş yavaş yerini sonbahara bırakmak üzereydi. Tatillerini kimi memleketinde kimi tatil beldelerinde geçirenler, yavaş yavaş kürkçü dükkanı misali asıl mekanına dönmeye başlamıştı. Kimi çocuğunun okul telaşında, kimi işleriyle ilgili koşuşturmacalarında, kimi ise kışlığa hazırlık telaşında bir döneme daha girilmişti.
İnsan ne zaman
kendini evli hisseder?
Evlendiğinde
hemen olur mu bu, yoksa zaman mı lazım?
Ne kadar zaman gerekir
insana, 10 yıl, 20 yıl?
İmzayı attığı gün
evli olmayı seçip, bekarlığı bırakmayı da seçtiği gün olur mu?
Bir kadını
seçerek diğer tüm kadınlardan vazgeçtiğini ilan ettiği gün müdür o gün?
Seni kendim gibi bileceğim, demiş olur mu insan bir imza ile?
“Sanki şimdiye kadar hep annemden, babamdan, eşimden, çocuğumdan, patronumdan, arkadaşımdan mı bir şeyler gördüm ya da aldım? “ diye geçirdi Hülya içinden.
Babasının “Eczacılığı kazanırsan söz istediğin arabayı alacağım sana.” demesi geldi aklına. İkinci sınıf olmuştu ama o istediği araba yoktu. Altında düşük bir model pek de mutlu olmadığı bir arabası vardı şimdi. Babasına tekrar öfkelendi sessizce. Üniversiteyi kazandığında kazanmasına sevinemediği ve babasına öfkesinden kazandığı bölüme pişmanlık dahi duyduğunu da hatırladı.
Beklemişti ama olmamıştı!
Küçük bir Anadolu köyünde, dağların eteğinde yer alan eski bir taş evde, genç Ali’nin rüyaları yükseklere tırmanmakla ilgiliydi. Ailesi, onun köyde kalıp geleneksel tarım işlerinde çalışmasını bekliyordu ama Ali'nin kalbi başka bir yerdeydi. O, büyük bir usta olmak istiyordu.