UN KURABİYESİ

 



 UN KURABİYESİ 

Yine oflayarak attı yorganı üzerinden Leyla...

‘’Of deme! af de!’’ derdi rahmetli babaannesi. Ona da “of babaanne ya” derdi hep. Yine geç kalmıştı işe hep azar işitiyordu patronundan, işlerde gecikiyordu sonra akşam geç çıkmak zorunda kalıyordu. İşlerini erken bitirdiği zamanlarda ise arkadaşları bir yerlere davet ediyor onlara da hayır diyemiyor gece 12:00’a kadar evin yolunu zar zor anca bulabiliyordu.

Çok sıkılmıştı artık bu böyle nereye kadar diye düşündü bir şeyler yapmalıydı ama ne? Nasıl? 

İSTANBUL İÇİN İFTAR VAKTİ

   



 İSTANBUL İÇİN İFTAR VAKTİ

“Ramazan niye otuz gün daha uzun olmalıydı.” diye geçirdi aklından ve güldü kendi kendine Aylin. İftar sofrası o kadar çok hoşuna gidiyordu ki. Evet evet doğru! Yemeği değil iftar sofrası hazırlamayı özlüyordu gün boyunca bu yüzden ezanı sabırsızlıkla beklerdi. Hatta sonlara doğru o kadar pratikleşiyordu ki ustalık eseri masalar hazırlıyordu adeta. Neredeyse ayın tamamına yakın evinde misafir eksik olmazdı. Bayılıyordu arkadaşlarını ağırlamayı, akrabalarını misafir etmeyi, çocukları doyurmayı, onlara minik sürprizler yapmayı. Arka planda evini temizlemek, yemekler yapmak ve gelen misafire göre menü hazırlamak da vardı tabi, çok hoşuna gidiyordu. Sohbet sırasında tatlı, çekirdek ve tabi ki kırmızı çizgisi olmazsa olmazı çay. Çay, tek özlediği şey oruçlu iken. İnsan açken yiyeceği şeyleri düşünür ama tek lokma aldığında tüm hevesi geçerdi. Ağzına ne atarsa atsın tatlı gelirdi. Demek ki açlığı arttırınca insanın yediği şeyin de kıymeti artar. Ne kadar bolluk içinde olduğunu hatırladı ve haline şükretti. “Verilen her bir imkana her lokmaya her nefese şükürler olsun.” dedi.

NEDİR GERİYE KALAN?

 






NEDİR GERİYE KALAN?

Rıhtımlar dolup boşalıyor,

Otobüsler posta posta yolcu taşıyor,

İnsanlar değişiyor da yol sabit kalıyor

Göç hiç bitmiyor.

Peki, nedir geriye kalan?

Sırtlarken amacını

Sayısız kapıyı çalıyor

Kimi tebessümle açıyor

Kimi oralı bile olmuyor

Peki, nedir geriye kalan?

Faydası neydi bu dünyaya?

Tüm kinlerini seriyor masaya

Vedalarını sona bırakıyor

Peki, nedir geriye kalan?

GEÇ'ERKEN

     


GEÇ'ERKEN  

Bir odun ateşinden gelen çıtırtılar gibi rahatlatan kuş sesleri,

Çıktığım yürüyüşte sıklaşan adımlarım, hızlanan nefesim,

Bizim sokağa gelince sadece fırından gelen mis gibi kokular...

Beraber bir takım olmuşlar. Beraber bir anı kutusu olmuşlar.

FARKI FARK EDEN

 



Farkı Fark Eden  

Her yaz olduğu gibi bu yaz da çiftlikte geçirmeye karar vermişlerdi. Çiftlikte hayat başka akıyordu. Sabah günün ilk ışıkları ile uyanmak hiç de zor değildi. Sessizlik içinde bile hayatın kendine has bir ritmi vardı. Gün, dağların ardından aydınlanırken modacıların kullandığı o “çabasız şıklık” tabiri gibiydi her yer. Yormayan, dingin ve göz alıcı. Kuşlar sakin ve mutlu. Ağaçların yaprakları bile esneme hareketi ile güne başlıyordu adeta. Geceden hafif bir nem ile yer yüzü adeta yüzünü yıkıyordu. Çiftlikte hayat şehirden çok başka başlıyordu. Ne kadar yorgun yatarsan yat hep dinç ve dinlenmiş uyanıyordu insan. 

Hayat çiftlikte hep hareket halinde geçmesine rağmen, zihinsel bir dinginlik hep oluyordu. Neydi peki insanı bu şekilde dinç ve dinamik yapan, huzurlu hissettiren? 

ZAMAN LABİRENTİ

    


Zaman Labirenti  

Bir zamanlar, zamanın koşuşturmacası içinde boğulduğumu hissettiğim bir zaman dilimindeydim. Her gün, saatler dakikalar gibi eriyip gidiyordu ve ben bir türlü yetişemiyordum. Zamanı yönetmek, sanki elimden kayıp giden ince kumları tutmaya çalışmak gibiydi; ne zaman bir şeyleri toparlamaya çalışsam, daha fazla yapmam gereken şey ekleniyordu.

Günlerimin çoğunu, bir şeylere yetişememekle ve zamanı kontrol edememekle geçiriyordum. İşlerim, ödevlerim, randevularım... Hepsi bir araya gelmiş, beni adeta bir zaman labirentinin içine hapsetmişlerdi. Zamanla yarışıyordum, ama her seferinde geride kalıyordum.

KARADA BOĞULMAK

  


 KARADA BOĞULMAK

Kuş cıvıltılarıyla süslenen ılık bir Nisan sabahıydı. İçinde bir sıkıntı ile yataktan kalkmış ve kendisini balkonuna atıvermişti. Yeşil ile gökyüzünün uyumuna hayranlıkla bakıp içini rahatlatmaya çalıştı. Son zamanlarda bu geniş yeryüzünde payına sıkışmışlık ve boğulma hissi düşmüştü.

Sabahın bir vakti öpmeden, sarılmadan geride bıraktığı eşi geldi aklına. İşte yine aynı his…

Ne oluyordu, aynı evde iki yabancı gibi olmuşlardı. Bunu düzeltmek yerine de sürekli anı kurtaracak geçici çözümler ile günlerini geçiriyordu. Artık böyle devam etmesini istemiyordu. Kendisindeki olumsuz değişiklikler canını sıkıyordu. Her sabah neşe ile kalkan, evi ile ilgilenmekten keyif alan, çalışmadan duramayan o hareketli kız gitmiş yerine içinde bulunduğu can sıkıntısını gidermek için sürekli televizyon izleyen, elinden telefon düşmeyen hareketsiz bir kız gelmişti.

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

  


BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

Evvel zaman içinde,

Kalbur saman içinde,

Develer berber iken,

Pireler tellal iken,

Ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken,

Çok uzak diyarlardan birinde güzeller güzeli bir prenses yaşarmış. Güzel prenses kötü kalpli cadı tarafından esir alınmış ve bir türlü kurtulamıyormuş. E tabi bu uzak diyarda bir de yakışıklı mı yakışıklı beyaz atlı prens varmış. Haberi alınca, hemen düşmüş yollara…

Prensesi kurtarmak için atlamış beyaz atına, sürmüş dörtnala…

Cadının şatosuna varmış, prensesi kurtarmış.

Velhasıl kelam onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…

KÜÇÜK AYAKKABI TAMİRCİSİ

  


https://deneyimseltasarimogretisisemineryorum.blogspot.com/2024/03/kucuk-ayakkabi-tamircisi.html

KÜÇÜK AYAKKABI TAMİRCİSİ

Öğleye doğru annesi yaptığı yemekleri sefer tasına koydu ve Ahmet'e "Oğlum hadi bu yemekleri babana götür." dedi. Ahmet beş yaşındaydı. Her gün annesinin yaptığı yemeği babasının ayakkabı tamirhanesinin de bulunduğu Arasta'ya götürürdü. Yaşıtlarına göre küçük ve zayıftı ama güler yüzlü ve sempatikliği ile Arasta esnafının sevgisini kazanmıştı. Adeta Arasta esnafının maskotu olmuştu. Terzi Ali "Ahmet şu telayı yıka, telayı as." dediğinde hemen söylenileni yapıyordu. Terzi dükkânının yanında Köfteci Hüseyin'in dükkânı vardı. Köfteci Hüseyin; Ahmet şu siparişi falanca kişiye götür." dediğinde zayıf bacaklarına rağmen koşarak siparişi yerine  götürüyordu. Esnaf da Ahmet'e harçlık verirdi. Ahmet o paraları annesine götürür, sonra ihtiyacı neyse annesi Ahmet'e onu alırdı. 

Deneyimsel Tasarım Öğretisi Seminerleri Hakkında Düşüncelerim

Deneyimsel Tasarım Öğretisi Seminerleri Hakkında Düşüncelerim Bu hayatta her insan mutlu ve başarılı olmak ister…  Bunun için, Sevdiği insan...