NEREDEN NEREYE?

 

NEREDEN NEREYE?

Göz açıp kapayıncaya kadar bir anda geldi geçti bir ömür, diye içinden geçirdi Leyla. “Altmış yıl bir an… Altmış yıl bir an… Altmış yıl bir an…” kendi kendine defalarca tekrar etti. Altmış yılını altı günde anlat deseler! Bir an düşündü, altı gün boyunca anlatacak ne kalmıştı ki zihninde… 

Değil altı günü, altı saati bile dolduracak bir şey yoktu elinde. Gerçekten bilinç vererek düşündü bir an. Düşündükçe yavaş yavaş gözünün önüne bir bir fotoğraf kareleri geliyordu. Birden gözü bir kareye takıldı. Küçük bir kız çocuğu, duvarla sandığın arasındaki boşluğa girmiş elinde annesinin kırar, diye ellettirmediği kasnağa babasının bembeyaz mendilini germiş, mendilin üzerine çizdiği bir tavşan resmini evde bulabildiği siyah dikiş ipiyle işliyor. Zihni birden o ana gitti. “Leylaaa, kız nereye kayboldun yine. Karabatak gibisin bir görünüp bir kayboluyorsun, her gün seni aramaktan yoruldum.” diye söylenen annesinin sesi kulaklarında çınladı. Hiç sesini çıkarmıyor nefes bile almıyordu. Annesi elindekiyle onu görse bir sürü kızacaktı, onun için usulca annesinin uzaklaşmasını bekledi. Annesi odadan çıkınca aceleyle mendili kasnaktan çıkarmış, kasnağı da aldığı yere koymuştu. Neyse ki tavşanını da işleyip bitirmişti. Mendili güzelce katlayıp cebine koydu, odadan dışarı çıktı.



Leyla nakış yapmayı çok merak ediyordu. Annesi ne zaman eline kasnağını alıp işlemeye başlasa Leyla hemen annesinin dizlerinin dibine oturur, kıpırdamadan sanki dünyanın en güzel filmini seyrediyormuş gibi onu izlerdi. Arada “ Anne bana da öğretsene?” dediğinde annesi “Git başımdan büyüyünce öğrenirsin.” der hiç öğretmeye yanaşmazdı. Merak bu ya işte, Leyla da annesinden gizli saklı gördüğü kadarıyla bir şeyler  işlemeye çalışıyordu. Böyle anlar anları kovalamış, yıllar su gibi akıp geçmişti. 

Leyla kendi duyabileceği bir sesle “Eee, o sebepleri yerine getirip o sıkıntıları çekmeseydim, bu konuda bu kadar ustalaşabilir miydim?” dedi kendi kendine. Hakikaten Leyla yıllar içinde başlarda gizli saklı bulduğu her şeye çiçekler böcekler işledi, tişörtlerine, eteklerinin bir kenarına, yakasına. Orta okul lise yıllarına geldiğinde bulduğu her fırsatta tatillerde el nakışı, makine nakışı, kumaş boyama gibi kurslara gitmiş, öğrendiği her bir yeni teknikle ufku da genişlemişti. Her bir kursla daha da marifetleniyor, yaptığı her bir işe kendinden mutlaka bazı değişiklikler katıyordu. Artık Leyla öyle ustalaşmıştı ki bu konuda daha farklı farklı yerlerde gördüğü malzemeleri zihni hemen eşleştiriyor, kafasında hemen bir salon takımı, mutfak ya da masa örtüsü tasarlanıyor, bitmiş haliyle gözünün önünde adeta canlanıyordu.

Birden aklına geçen yıl yaşadığı olay geldi. Komşusu unutmasına izin vermiyor ki lafın yeri geldiğinde herkese anlatıyordu. Komşusunun hala şaşırarak anlattığı olay Leyla için çok normal sıradan bir şeydi oysa… Neyse… Geçen yıl Leyla komşusu Ayten’le pazara çıkmışlardı. Pazarda ilerlerken Leyla’nın yıllardır alış veriş yaptığı kumaş tezgahının üzerine yığılmış bir halde konulmuş toprak renklerinin güzel geçişlerinin yapıldığı renkli bir güpür dikkatini çekti. Leyla danteli görür görmez o yöne doğru seğirtti ve “Koyu kahve değil açık kestane rengi kumaşın üzerinde daha güzel gösterir kendini.” diyerek hızlı birkaç adımda kumaş tezgahının yanına gelmiş, top kumaşların yanındaki parça kumaş yığınının içinden üç farklı kahverengi tonundaki kumaşları kaptığı gibi soluğu dantel tezgahının yanında almıştı. Tezgahın üstüne çıkmış “En kaliteli, en ucuz kumaşlar burada koş koş, alan bir pişman almayan bin pişman abla!” diye bağıran adam tezgahtan hızla kumaşları alıp uzaklaşan kadını fark edip tam bağıracağı sırada “Leyla abla sen miydin ya?” diyerek bağırmaya devam etti. 


Adam senelerdir Leyla’nın bu Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfetmesi edasıyla kumaşlara, dantellere yaklaştığını bildiği için yine Leyla’nın zihninde yeşil ışık yandığını anlamıştı. Leyla kumaşları yan yana sermiş, elinde metreler öteden dikkatini çeken danteli tek tek kumaşların üzerine koyuyor, bir adım geri çekilip bakıyor ve kendi kendine mırıldanıyordu. Komşusu Ayten ne olduğunu anlamamış yanındaki komşusunu yolun karşısındaki kumaş tezgahında görmüş yanına gitmişti. Leyla ilk gördüğünde düşündüğü gibi “Açık kestane rengi kumaşın üzerinde daha güzel duruyor. Bundan çok güzel bir masa örtüsü ve peçete olur.  Danteli masanın köşelerine, peçeteyi de hafif çapraz olacak şekilde iki kenarına koyup kenarını da sarı simle sardığımda kenarları incecik sarı yaldızlı yemek takımımla çok güzel uyum sağlar.” diye mırıldandı. Leyla o anda kumaşın üzerindeki dantele değil, zihninde işlenmiş, bitmiş hazır kurulmuş masaya bakıyordu. “Güzel çok güzel!” diyen komşusuna şaşkın şaşkın bakan Ayten hiçbir şey anlamamıştı. Leyla hemen gerekli malzemeleri aldı. 

Birkaç hafta sonra Leyla komşusu Ayten’i “Akşam çocuklar yemeğe gelecek, torun da geliyor. Ne zamandır görmedim, özledim, diyordun sende gel.” diye yemeğe davet etti. Ayten masayı hazırlamasına yardım ederim, diyerek biraz erken gitti ve salondaki kurulu masayı görünce şok oldu. “Kız Leyla bu geçenlerde pazardan aldığın alaca bulaca diye beğenmediğim onca laf ettiğim dantel mi? İnanmıyorum. O dantelden böyle bir şaheser çıksın. Yok kızım yok sen bu işi biliyorsun. Söylediğim bütün sözlerimi geri alıyorum.” diyerek arkadaşına sarılıp tebrik etti. Leyla da masaya şöyle bir bakıp;

“NERDEN NEREYE…” diye iç çekti yüzünde kocaman mutlu bir tebessümle.



 ***

Deneyimsel Tasarım Öğretisi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur. 

İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.

"Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" Programları ile bu amaca katkı sağlar.

Deneyimsel Tasarım Öğretisinde anlatılan tüm bilgiler, gerçek bilgiler olup, tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.

 ***

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder