SEHER HANIMIN DÜĞMELERİ

   




SEHER HANIMIN DÜĞMELERİ 

Yeni alınmış sarı iplikten örülen kazağı giyerken "Babaanneee kafamı sıktı!" diye ağladı Buse. Babaannesi daha fazla çekiştirmenin bir işe yaramayacağını anlayıp kazağı Buse'nin kafasından çıkarıverdi. Eliyle biraz kontrol ettikten sonra "Olmayacak bu şekilde, koca kafalı kızım." diye bir de söylendi. Buse kafasının büyüklüğüne mi, kazağın olmayışına mı üzüleyim diye düşünürken, “Hallederiz evladım üzülme." derken bir yandan da kazağın boynunu tekrar Buse'nin kafasına hizaladı. Birkaç defa bu hareketi yaptıktan sonra genişleteceği yere işaret koyarak diğer odaya gitti.

Buse, babannesini beklerken dikkatini çekyatın sırt kısmındaki ahşap kapaklar çekti. Babaannesi hazır gitmişken onlarla oynamaya başladı. Kapağı bir yere kadar getiriyor sonra bir anda bırakıyordu. Tak diye bir ses çıkıyor, sonra tekrar aynı şeyi yapıyordu. Aç kapa yaparken bir anda gözüne lacivert üzerinde kurabiyeler olan bir kutu ilişti. Daha önce görmediği büyüklükte kocaman bir kutu. Kurabiyelerin burada ne işi vardı? Babaannesi yatakta yiyecek yenmesine bile izin vermezdi. Böyle bir kutuyu kumaşların olduğu bir dolaba da koymazdı. Kurabiyelerin burada durması hayra alamet değildi.

Tam elini uzatıp kendine doğru çekiyordu ki bababannesi "Busee ne yapıyorsun orada bakayım?" diye sesini yükseltti. Buse bir anda elini çekip kapağı kapatmış, bu kez olması gerekenden daha yüksek bir sesle kapanmıştı. Babaannesi o kadar sinirli bakıyordu ki Buse sadece ellerine bakıyor, kafasını kaldıramıyordu. "Öyle izinsiz dolaplar kurcalanmaz kızım, hadi Elif seni bekliyor dışarıda." diyerek mutfağa yöneldi. Kutunun heyecanından demir kapının tıklatma sesini bile duymamıştı. Buse rahat nefes alıp önce yavaş adımlarla sonra kapıya yaklaşırken hızlanarak avluya çıkıverdi. Babaannesinin oynamaları için serdiği yolluğun üstünde Elif'in getirdiği bebeklerle oynarken aklında şu soru vardı: o kutunun orada ne işi vardı? İçinde bir yiyecek olsa babaannesi mutlaka verirdi. Hem daha önce görmediği kurabiyelerdendi bunlar. Böyle düşünürken oyuna dalmış akşam olmuştu. 

Buse'nin annesi ve babası çalıştığı için zamanının büyük çoğunluğunu babaannesiyle geçirirdi. Kışın kendi evlerinde, yazın da babaannesinin evinde kalırdı. Babaannesinde kaldıkları zaman annesi ile babası akşamları iş çıkışı bazen uğrar bazen de uğramazlardı. Dedesiyle babaannesi yıllar önce ayrılmışlardı. O yüzden babaannesi tek yaşıyordu. Bu sene artık ana okuluna başlayacağı için biraz hüzünlü biraz da heyecanlıydı. Yine de yaz bitene kadar babaannesinde zaman geçirecekti. 


Yemekten sonra halının üzerine döktüğü oyuncaklarla oyalanırken babaannesi meşhur o sarı kazağıyla geliverdi. Bir anda merak edilen o dolap kapağı aralandı. Ve içinden lacivert, parlak kurabiye kutusu çıkıverdi. Babaannesi, "Buse hadi gel seçiver şunlardan." dediğinde Buse çoktan ayağa kalkmıştı. Hemen babaannesinin yanına koştu, heyecanla kutunun içine ellerini daldırdı. Bir de ne görsün! İçinde yüzlerce düğme vardı. 

Babaannesi yılların dikiş nakış öğretmeniydi. Bir kıyafete baktığında gözü ile kalıbını çıkartır, varsa hatası hemen söylerdi. Çocukluğundan bu yana ödediği bedellerin karşılığıydı.  Kız arkadaşları komşu gezmelerine giderken Seher Hanım, dikiş nakış kursuna gider, orada öğretmenlerine yardım ederdi. Eve geldiğinde evin eksiklerini kendi emeğiyle tamamlamaya çalışırdı. Evin divan örtülerinden perdelerine, çarşaflarından masa örtülerine kadar hepsini elleriyle yapmıştı. Bu yıllarca böyle devam etmişti. Bu konularda artık usta olmuştu. Ama mahalledeki komşuları gelip de "Seher Hanım, şunu nasıl yapıyorsun ya da bu nasıl yapılır?" dediklerinde pek cevap veremezdi. Hatta çok üstüne gelinirse sinirlenirdi. Neden anlatamadığını o da bilmezdi. "Ben anlatamam gelin yapayım görün." derdi. Usta, bildiğini bilmeyendi. 

Mahalledeki komşuları, örnek vermek istemiyor diye eleştirir, onu pek huysuz bilirlerdi. O yüzden kızı Sema'ya giderlerdi. Buse'nin halası dikiş konusunda annesi kadar iyi olmasa da gelen kişileri tatmin edecek kadar bilgisi vardı. O daha sakin şekilde anlatır, detaya gelindiğinde "Onu anneme soralım." derdi. Kalfa ise bildiğini bilen...Halası da bu yaz oğullarıyla annesine gelecekti, Buse onları dört gözle bekliyordu. 


Buse elini aynı şekerlere benzeyen düğmelerin içine daldırmış, karıştırdıkça alttan çıkan farklı renklere bakıp dalıp gidiyordu. Babaannesi kazağın boyun kısmını genişletmiş, bir de ilik açmıştı. "Hadi seç içinden bir tane." dedi. Buse karıştırdı karıştırdı, en sonunda kazağın renginde, yaldızları olan bir düğme seçti. Buse kazaktan çok düğmeyi sevmiş gibiydi. Düğmenin üstü şeffaf zemini sarıydı. Üstü gümüş yaldızlarla, nokta şeklindeki beyazlarla bezeliydi. Buse düğmeye uzun uzun baktı. Sanki farklı bir dünyayı düğmenin içine koymuşlardı. "Hadi kızım, getir dikeyim." deyince bir anda sarsılıp düğmeyi babaannesine verdi.

Babaannesi işini bitirdikten sonra bir kez daha kazağı Buse'de denedi. "Hıh, tamam işte şimdi oldu!" dedi. Torunu sıcaktan bunalmasın diye de aynı hızda kazağı geri çıkardı. "Şimdi giyinmeyi düşünmüyorsun herhalde." diye de Buse'ye gülümsedi. Buse havanın sıcaklığından hem kaşlarını hem de omuzlarını havaya kaldırdı. Sonra babaannesi düğme kutusunu Buse'ye uzattı. "Al bakalım, bunu küçük odadaki dikiş makinesinin üstüne koy, yeri burası değil."  Buse de büyük bir titizlikle kutuyu alıp içeri odaya götürdü. Burası babaannesinin en sevdiği yerdi. Hiç penceresi olmasa da bu oda onun dünyaya açılan penceresiydi. Bir yanda dikiş makinesi, dolabın içinde kumaşlar, alt çekmecesinde büyükten küçüğe sıralanmış iplikler...

İşte her insanın emek verdiği kendini geliştirdiği nice dünyalar vardı. O dünyalarda kişi kimi zaman çırak olarak kalıyor, kimi zaman da çok bedel ödeyerek kendisini ustalığa kadar götürebiliyordu. Sadece kitaplardan okuyarak değil de yanına uygulamayı, işin içinde olmayı ekleyerek daha başarılı olunabiliyordu. Uygulayarak öğrendikçe bu kez insan, kendi hayatında kalıcılığını sağlıyordu. Uygulamadıkça da zamanla hayatından akıp gidiyor, unutuluyordu...İşte Buse'nin babaannesi de kursta öğrendiklerini evin her yerinde uygulayarak bu işin kalıcılığını sağlamıştı. Bir misafirliğe giderken bile yanına ipliğini milini almadan gitmezdi. Onun için üretim hayatın anlamı gibiydi. Her an değerlendirilmesi gereken bir hazine, onu işleyen ellerde daha da kıymetleniyordu. 





***

Deneyimsel Tasarım Öğretisi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur. 

İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.

"Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" Programları ile bu amaca katkı sağlar.

Deneyimsel Tasarım Öğretisinde anlatılan tüm bilgiler, gerçek bilgiler olup, tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.

***




5 yorum:

  1. İnsanı çocukluğuna götürürken aynı zamanda da bilinç açan bir yazı olmuş. Akıl ve duygunun dengeli hali gibi 😊
    Kaleminize sağlık 🌸

    YanıtlaSil
  2. O kadar güzel yazmışssınız ki.. o ev babanne ,Buse hepsi gözümde canlandı. Kendimi düğme kutusunu karıştırırken buldum:)) Emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
  3. Elinize sağlık, hakikaten zaman ne kadar kıymetli ve biz kıymetini bilmiyoruz. Nasıl da usta olabiliyor bir insan emek vererek...

    YanıtlaSil
  4. Doğruyu güzel bir şekilde yazmak ne güzel bir maharet🤗 Elinize sağlık

    YanıtlaSil
  5. Emek verince insan nasıl da beceri kazanıp ustalaşıyor. Benim rahmetli babaanneminde dikiş makinesi vardu, çocukluğuma götürdü benim bu yazı. Teşekkür ederim 🌷

    YanıtlaSil

Deneyimsel Tasarım Öğretisi Seminerleri Hakkında Düşüncelerim

Deneyimsel Tasarım Öğretisi Seminerleri Hakkında Düşüncelerim Bu hayatta her insan mutlu ve başarılı olmak ister…  Bunun için, Sevdiği insan...