Keyifli Yaşamak
Güneşin soğuk havaya rağmen ışıldayarak insana keyif verdiği, sonbahardan kalma bir Cumartesi günüydü. Yemek masasından kendini zorlayarak kalktı sonunda. Kendini biraz yorgun hissetmişti Füsun… Demlediği çayı birlikte içelim, hem de biraz soluklanalım diye oturmuşlardı kız kardeşiyle. Öncesinde de biraz temizlik yapmışlardı.
Annesi, bir süredir başka bir şehirde, babasıyla birlikte hastanedeydi. Ertesi gün evlerine döneceklerdi. Füsun ve kardeşi de, destek olalım, kadıncağız evini temiz bulsun, hazır birkaç kap yemek olsun diye gitmişlerdi baba evlerine. 2 saat öncesine kadar öyleydi de. Bir buçuk saat önce, ‘çay da kuru kuru gitmez şimdi’ diye kardeşi kurabiye çıkarmıştı dolaptan. Sonra bir muhabbet açılmış, keyifle bir süre oturmuşlardı. Dinlenmeleri tam kıvamındayken kalkamamışlar, laf lafı açmış, kim nasıl el işi yapıyor, akşama ne yemek yapacaksın, en sevdiği yarışmada kim ne yapmış, kim birinci olacak gibi gereksiz haberlere geçmişler, sonra da akrabaları konuşmaya başlamışlardı. Böyle böyle epey vakit geçmiş, bir de çayın yanına çekirdek çıkarmış, içtikleri çay da 5 bardağı bulmuştu... Konuştukça akıllarına bir sonraki olay geldiği için daha da çok konuşmuş, bir buçuk saat geçivermişti.
Füsun, kendini yorgun hissediyordu. Yerinden hiç kalkası yoktu ama zorlamıştı kendisini. Daha çocuklar kurstan alınacak, markete uğranacak ve evde akşam yemeği hazırlanacaktı, daha çocukların ödevine yardım edilecekti. “Bu akşam dolaptan hazır bir şeyler mi çıkarsam? Ya da dışarıdan söylesek ya… Kolay ne yemek yapabilirim?” diye düşünmeye başladı. Annesinin evindeki işleri de bitirememişlerdi. Şimdi dinlenmek yerine daha da yorgun hissediyordu, bir rehavet basmıştı.
Fark etti ki, iş yerinde de durum bir süredir böyleydi. İşlerden bunaldığında bir kahve molası veriyor, o arada kafa dengi bulduğu arkadaşı Aslı ile muhabbet etmeye başlıyorlardı. Bu molalar uzuyor da uzuyordu. Sonunda canının sıkıntısı geçmediği gibi işine de zar zor dönüyor, işlerine tekrar konsantre olmakta çok zorlanıyordu. Bazen bunaldığında bir bisküvi paketi açıyor, evraklara göz gezdirirken acıkmamış olsa da atıştırıyor veya arkadaşlarına laf atıyordu. İşler bir süredir bu durumdaydı ve giderek işinden de daha çok sıkılmaya, söylenerek iş yapmaya başlamıştı.
“İnsan hayatta neden böyle hisseder, nasıl o duruma düşer?” diye düşündü. Şu an yaşadığı durumu, oğlunun da yaşadığını anladı o an. İlişkilerinde yaşadıkları problem tam da bununla ilgiliydi. Ahmet bir türlü derslerine çalışmak istemiyor, anne oğul sürekli tartışıyorlardı. Çalıştığı zaman da çok zor, ayaklarını sürüye sürüye, şikâyet ede ede çalışıyordu. Okuldan gelir gelmez başına oturduğu bir oyun vardı. Ya elinde dikkat dağıtıcı, faydalı içeriği olmayan bir dergi olurdu ya da bir oyun. Yaşı büyüdüğü için artık ona sözü de çok geçmiyordu. Şunu fark ediyordu ki dikkat dağıtan, onu oyalayan, sıkıntıdan yaptığı her ne varsa, onlarla ne kadar uzun vakit geçirirse, o kadar evdeki meselelere, yapılacak işlere, sorumluluklarına karşı daha da zor harekete geçer hale geliyordu. Ödevini yapması, ders çalışması gerekirken oyalanmayı bırakamıyordu. Oyun esnasında abur cubur gıdalarla karnını doyuruyordu. Belirli bir saatte yatmak evin bir kuralıydı, bunu da zorla yaptığını gözlemliyordu ve tavsiye verilince, zıttı söylenince de tepkiselleşiyordu.
O an; “Ben yetişkin olduğum halde bunda zorlanıyorsam, oğlum küçük yaşta buna nasıl karşı koyacak?” diye düşündü. Canını yakan bir fark edişti bu. İnsanın hem vaktini, hem zihnini ihtiyaç olmayan süreçlerle oyaladığı andan itibaren, üretimi azalınca, fayda veren bir şeye tekrar dönmesi ne kadar zordu. İnsanın algısına iyi gelmeyen şeylerin aslında hep tüketimi artırdığını, iştahı artırdığını, insanın bulunduğu şartlara, evine, eşyalarına, annesine, babasına, toplamda bütün hayatına teşekkürünü, tahammülünü azalttığını fark etti.
Peki, kişi bunun önüne nasıl geçebilirdi? İnsanların sinirli, tepkisel olmalarını, şu dönemde istedikleri üretimlere vakit bulamadıklarını, birçok şeye yetişemediklerini söylemelerinin de bununla bir bağlantısı var mıydı? İnsan nasıl daha çok üretimde kalır, vaktini nasıl boşa harcamadan daha verimli kullanır ve nasıl dinlenirdi?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; “Her tüketim, üretim isteğini azaltır. Her üretim de tüketim isteğini azaltır.”
İnsan bu hayatta üretirken mutlu olan, kendini iyi hisseden ve ürettiğinde güçlenen bir canlı. İnsan sıkıldığında ya da yorulduğunda; tüketerek, bir şeyler yiyerek, sadece eğlendirici şeyler okuyarak, bir oyun oynayarak dinlenebileceğini düşünebilir ama durum bunun tam tersidir. Fiziksel üretimden yorulduğu zaman, zihinsel üretime geçmek insana iyi gelir onu dinlendirebilir. Yemek acıkınca yendiği, alışveriş gerçekten ihtiyaç olunca yapıldığı zaman dengeli bir yaşam sürülür.
O zaman işin sırrı; hayatın genelinde üretimde olmak ve üretimden keyif almak olabilir mi?
***
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.
"Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" Programları ile bu amaca katkı sağlar.
Deneyimsel Tasarım Öğretisinde anlatılan tüm bilgiler, gerçek bilgiler olup, tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.
***
Doğru bilinen yanlışlar, yanlış bilinen doğrularla ilgili ne güzel bir yazı, fark ettiriyor, elinize sağlık..
YanıtlaSil🌺👍
YanıtlaSilHem yetişmek hem de yetiştirmek ümidiyle, emeğinize sağlık🌿
YanıtlaSilEmeğinize sağlık ☘️
YanıtlaSilİnsan üretirken mutlu olan, kendini iyi hisseden ve ürettiğinde güçlenen bir canlı.
O zaman işin sırrı; genelde üretimde olmak ve üretimden keyif almak… işleyen demir parıldar misali…
Teşekkürler 🙂
YanıtlaSilGerçekten insanı tatmin eden bir yaşamı oluyor üretimdeyken:)
YanıtlaSil