Nerede Kalmıştık?
O gün, belki de yılın en soğuk günüydü. Ama Filiz’in içindeki yangın, soğuğu hissetmesine engel oluyordu... Kışları oldu olası pek sevmezdi. Üşümek, kat kat giyinmek, bere takmak hoşlanmadığı şeylerdi. Baharı, yazı, sıcağı sever, öyle günlerde içi açılırdı. O kadar sevmezdi ki soğuk havayı, karlı bir günde dolmuş beklerken üşümekten ağladığı bile olmuştu. Bu sefer soğuk değildi ağlatan… Metin’le yine tartışmışlardı ve canı çok yanıyordu. Nişanlıyken tartışsalar bile kendi evine gidiyor, bir süre telefonlara bakmıyordu. Ama artık aynı evdelerdi, aynı yastığa baş koyuyorlardı ve ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemiyordu…
Birbirlerini severek evlenmişlerdi Metin’le. Üniversitenin son senesinde tanışmışlardı. Metin’in esprili, hareketli ve güler yüzlü olması, Filiz’in dikkatini çekmişti. Metin etrafındaki herkesi esprileriyle kırıp geçiriyor, Filiz’e sürekli sürprizler yapıyordu. Ve sonunda onu etkilemeyi başarmıştı. Okul bittikten sonra ailelerin tanışması, söz, nişan, düğün derken tüm bu süreç 2 yılı bulmuştu.
Herkesten şunu duymuştu Filiz: “Evliliğin en zor zamanı ilk yıllarıdır.” Duymuştu duymasına ama bu kadarını tahmin etmiyordu.
“Keşke ilk söylenenler ilk söylendiğinde anlaşılsaydı.”
Birbirlerine kavuşmak için onca şeyle mücadele etmişlerdi. Hele o düğün alışverişini hatırlamayı hiç istemiyordu Filiz. Giymeyecekleri şeylere, kullanmayacakları eşyalara tonla para harcayan aileleri idare etmek için göbekleri çatlamıştı. Düğünlerinde resmen “Bitti şükür.” diye oynamışlardı her ikisi de. Beklentileri, tüm problemlerin bittiği yönündeydi. Ama bitmeyip, aslında daha yeni başladığını anlamaları çok uzun sürmedi... Evlilik, ne flörte ne de nişanlılığa benzemiyordu. Gerçekten aile olmak, yuva kurmak zordu.
Öncesinde her ikisinin de bireysel harcamaları, bireysel zevkleri, bireysel ilişkileri vardı. Ama şimdi ‘biz olma’ vakti gelmişti. İkisi de farklı ailelerin üyeleriyken, başka şeylere alışmışken; kendi ailelerini kurmanın, kendi tarzlarını oluşturmanın zorluğunu yaşıyorlardı. Metin, akşam yemeklerini daha teferruatlı severken, Filiz daha hafif ve pratik şeylere meraklıydı. Buna çare buluyorlardı ama tek mesele bu değildi. Her konuda, karar vermek için çok konuşmaları gerekiyordu. Akrabalarıyla olan iletişimleri, misafir ağırlamaları, para yönetimleri, her şeyi saatlerce konuşuyor pek de bir yere varamıyorlardı. Son mevzu ise bayramdı... Filiz, bayramların tatil olarak değerlendirildiği bir evde büyümüşken, Metin ise ailesi, akrabaları ve komşularıyla geçirmeyi çok seviyordu. Bu kez de tartışma buradan çıkmıştı… “Bayramda ne yapacağız?”
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; “İnsan bu hayatta; toplamda kazandıran, faydaya götüren her sürecin çıraklığında zorlanır.”
- Bir bebeğin ilk adımları mesela; ne zordur iki adım atıp bir yere varmak…
- Ya da bir çocuğun, iki tekerlekli bisikletin üzerinde durmaya çalışması…
- Bir genç kızın, mutfaktaki ilk deneyimleri…
- Araba kullanmayı öğrenirken sırtından akan ter…
- Bir öğretmenin, öğretmenliğinin ilk günü ders anlatmış gibi değil, ev taşımış gibi hissetmesi…
- Ya da evliliğin ilk yılları…
Bu hayatta insan bir hedef belirlediğinde aslında hep aynı şeyi yaşar. Hedefteki “ben”e giderken sürecin başı hep zorluklarla ve yorgunluklarla doludur. Nasıl yapması gerektiğini bilse de yapamaz…
- O bebek, birkaç adım sonra düşer…
- O bisiklet, bir yerde devrilir…
- O usta, o çırağın işini beğenmez…
- O pilavın dibi illaki tutar…
- O araba, eninde sonunda stop eder…
- O ilişki birden dengeye oturmaz…
Bunlar aslında, hayatın bize eziyet etmek için yaptığı ya da şansımız olmadığı için yaşadığımız bir şey değildir. Hayatta her şeyin olduğu gibi; çıraklığın da yasası, yani değişmeyen kuralları vardır.
Bir insanın çıraklık döneminde zorlanmasının nedenlerinden biri sonuç beklentisidir. Çünkü çıraklık dönemi en çok bedel ödenen ama en az sonuç alınan dönemdir. Sonuç beklentisi; çıraklıkta kişinin moralinin daha hızlı bozulmasına, zamanla ümidinin tükenmesine ve en tehlikelisi de o süreçten vazgeçmesine sebep olur. Ve vazgeçen insan sadece vazgeçtiği şeyi değil, çok ama çok daha fazlasını kaybetmiştir.
Her sürecin çıraklık dönemi; insanın en çok bedel ödediği, en çok yorulduğu, en çok zorlandığı dönemdir. Bu bedeller, kişinin o sürece değer vermesini ve sahip çıkmasını sağlar. Fakat bu zorlanma, sonsuza dek sürmez. İnsan o bedeli düzenli olarak ödedikçe, bir süre sonra o yorgunluk, o becerememe, o zorlanma gider ve kişi o süreçte pratikleşir. Zamanla marifetlenir, bir sistem oturur ve nasıl yaptığını fark etmeden yapar hale gelir.
İnsanın yasaları bilmesi, beklentilerini gerçeğe yaklaştırır. O arabanın illaki stop edeceğini bilmek, kişiyi rahatlatır. Yolun ortasında kala kaldığında moralinin bozulmaması, hatta buna gülebilmesi, çıraklıktaki bir şoförün en çok ihtiyacı olan şeylerdir.
Bu yüzdendir ki, çıraklıkta olumsuz sonuçlarda moral bozmadan, her düştüğünde “Nerede kalmıştık?” diyerek yola devam etmek gerekir.
***
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.
"Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" Programları ile bu amaca katkı sağlar.
Deneyimsel Tasarım Öğretisinde anlatılan tüm bilgiler, gerçek bilgiler olup, tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.
***
"Nerde kalmıştık?" diyerek yola bıkmadan yorulmadan devam edenlerden olabilme dileğiyle🤗
YanıtlaSil😊
YanıtlaSil“Nerede kalmıştık”… güzel yazı için teşeklürler🌼
YanıtlaSilÇok güzel emeğinize sağlık. Gerçekten her güzel şeyin başında acı var. Pes etmeden vazgeçmeden devam etmek gerekiyor...ama neşeyle gülerek ve eğlenerek :)teşekkürler...
YanıtlaSilSürecini bilmenin konforu bambaşka bir şey 🙃🙃
YanıtlaSilİnsan sonucu bilmek istediği için en küçük zorlukta vazgeçebiliyor. Oysa ki süreçte karşılaşacaklarını bilebilseydi.... Vazgeçişler, kendini elemeler azalırdı.
YanıtlaSilYazı çok güzel olmuş