İPİN UCU KAÇINCA
Şehrin
yüksek binaları arasından parlayan güneş ışınları, duvarları bembeyaz olan evin
içine kadar girmişti. Duvardaki saatin tik tak sesleri bunca gürültüye rağmen
duyuluyordu. Artık serinlemeye yüz tutan hava, insana “Üstüne bir şeyler
almadan çıkılmaz” diyordu sanki. Etrafta bir yerlere yetişmeye çalışan insanlar
vardı. 
Sahi,
insan ne için uyanır? Ne için çalışır? Ne için yaşar? 
Bir amacı olmalıydı…
İsmail,
her zaman “Ben çocuklarım için çalışıyorum.” derdi. Onun en büyük amacı, evlatlarına en iyisini sunmaktı.
Ancak zamanla küçük oğlu Ahmet’in vurdumduymaz tavırları karşısında şaşkınlığa düşerdi. Çünkü Ahmet, babasının
fedakârlıklarını görmüyor, hayatı ciddiye almıyordu.
Ahmet’in ablası ve abisi, ailenin en zor, yokuşlu zamanlarında büyümüşlerdi. O dönem İsmail’in
imkânları sınırlıydı. Bu yüzden onlara çok şey
verememişti. Onlar zorluklarla mücadele ederek olgunlaşmış,
kendi ayaklarının üzerinde
durmayı öğrenmişlerdi.
İşler biraz düzeldikten sonra sıra Ahmet’e gelmişti. İsmail’in,
oğlunu hiçbir şeyden mahrum bırakmama isteği yüzünden,
Ahmet’in bir dediği iki edilmemişti. Özel öğretmenler tutulmuş, özel kolejlere
gönderilmiş… Yediği önünde yemediği arkasında bir hayat sürmüştü Ahmet. 
Sokakta bir gün komşunun çocuğu bisikletini onunla paylaşmamıştı. Bunu duyan İsmail, “Benim oğlumun
boynu bükük mü kalsın?”
diyerek bir saat içinde
ona yepyeni bir bisiklet alıp
gelmişti. ‘’Oğlum üzülmesin, gözü bir şeyde
kalmasın’’ diyerek ne isterse altın tepside sunulmuştu. Bütün istekler gerçekleştirilince ipin
ucu tamamen kaçmıştı...
Ahmet’in çabası olmadan
sahip olduğu imkanlarla  rahata alışmıştı.
Ahmet, mücadele etmeyi öğrenemeyen, babası olmadığında güçsüz kalan bir insandı
artık. 
Önce okulu bıraktı. Çünkü babasının zaten parası
vardı ve okumak gereksizdi onun için. “Ben
dışarıdan okuyacağım.” dedi ama bunu da sürdürememişti. Ardından babasına, “Bana
iş kursana” dedi. İsmail
yine dayanamayıp oğluna iş kurmuştu. Fakat Ahmet, marifetsiz olduğu için işleri bir türlü ilerletememişti.
Ahmet’in düğününü de babası yapmıştı. Evlilikte de işler ters gitmiş, Ahmet eşiyle de mutlu olamamıştı. Ahmet çalışmak
istememiş, babasının verdiği parayla geçinmeye çalışmıştı. Eşi ise artık
dayanamayıp boşanma davasını açmıştı.
İnsan,
karşılığını ödemediği hiçbir şeye sahip olamaz. 
Ödemesi
gereken bedelleri ödemeyenler, bir süre sonra kendisine bedel ödeyen kişilere
nankörlük ederler.
Sonunda Ahmet babasına da nankörleşmişti.
“Başka aileler neler yapıyor… Siz bana ne yaptınız ki?” diyerek şikayetler
ediyordu.
İsmail bir gün eşine; “Diğer
çocuklara yapmadıklarımızı Ahmet’e yaptık ama yanlış yaptık. Biz görmedik, o
görsün istedik. Karşılıksız her şeyi ayağına serdik. Oğlumuza galiba biz zarar
verdik. Keşke ona da imkanlarımız olduğu halde emek vermeyi, çalışmayı
öğretebilseydik.” dedi pişmanlıkla…
Öyle
ki, insan emek vermeden hayatta güçlenemez. Emek vermediği hiçbir şeyin
kıymetini de anlayamaz. 
Ve insanı, doğru amaç için ödediği bedeller yetiştirir. Hayatta güçlü olmasını sağlar. Doğru yere, doğru miktarda emek veren insan nankör değil, teşekkürlü ve şükürlü olur.
***
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.
"Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" Programları ile bu amaca katkı sağlar.
Deneyimsel Tasarım Öğretisinde anlatılan tüm bilgiler, gerçek bilgiler olup, tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.
***


⭐⭐⭐⭐⭐
YanıtlaSilBöylece çocuklarımızı koruduğumuzu zannederken en büyük zararı biz verebiliyoruz..
YanıtlaSil"İnsanın amacı nedir" sorusu artık o kadar az sorulup ve o kadar az cevap buluyor ki.
YanıtlaSilİnsan bedel ödemediği şeye sahip olamayacağı bilseydi veya bedel ödediyse eninde sonunda hak ettiği kadarını, kuyunun dibinde dahi olsa bulacağını bilseydi hayatında neler neler değişirdi?
YanıtlaSil