İmdat! Yemeklere Yem Olmak Üzereyim

 Kilo

İmdat!  

Yemeklere Yem Olmak Üzereyim

Bir süredir çevresindekiler, ya kilonun ona yakıştığını ya da inanırsa her şeyi yapabileceğini söylüyordu. "Tabii ki..." diyordu, teşekkür ediyordu, onay veriyordu ya da konuyu değiştiriyordu. Farklı farklı tepkiler geliştirmişti bu konuyla ilgili. Ama gel gelelim, herhangi bir gelişme kaydedemiyordu. Uzun zamandır tartıya çıkmıyordu ama kıyafetlerinin hafif hafif sıkmasından anlıyordu kilo aldığını.

Bu sabah hazırlanırken, aynada bir an profilini gördü, o güzelim tombiş yanaklarını. “Bu mesele de çok uzadı! Ne zaman düzene koyacağım şu yemek işini?" Aklından anlık geçen bu düşünce ile birlikte, hızlıca hazırlanıp günlük rutinine koyuldu.

Yine ara ara gelirdi aklına ama, ‘hayat kısa kuşlar uçuyor’ diye dalgaya vurur, çok da takılmadan devam ederdi. Bir süredir de eskiye oranla bir şey daha fark ediyordu; eskiden öğün zamanında çok yerdi, karışık yerdi. Şu an öğün zamanı diye bir şey de aramıyordu. İki kez kahvaltı, bir kez öğle yemeği, arada sürekli atıştırmalar ve akşam yemeği, sonrasında da ekstra yemek hazırlayıp yemeler başlamıştı. İç sesi; "Sen de abartıyorsun haa!" dese de "Tamam canııım, bir ara bu konuyla ilgileneceğim deyip, bu sesi bastırmayı tercih ediyordu.

Soslar, hazır gıdalar, şekerli içecekler derken porsiyonların sıklığı gibi tat miktarını da artırmıştı. "Aaa ne yapayım canım, doymuyorum işte!" derken aslında anlamlandıramadığı bir hırs, sanki aradığı bir doyum vardı. "Hah işte bu!" diyeceği bir doyum noktası arıyor ama bir türlü onu yakalayamıyordu. Yakalamaya çalıştıkça da hep bir şeyler eksik kalıyordu.

Yemeği yedi; “E şimdi bir de tatlı lazım". 

Tatlıyı yedi; “Ama bu sütlüydü, şöyle şerbetli bir tatlı olsa da şekere doysak." 

Onu da yedi; “Ay bu kadar yedik, hazmetmek için soda, çay, kahve…” derken, su için bile yeri kalmıyordu. Midesinde tıkanıklık hissi vardı, peki ama doyum? O hala ortalarda yoktu.

Akşam, annesinin hazırladığı, mis gibi çeşit çeşit yemekleri bir güzel yemişti. Aile üyeleri evden çıktığında, hemen dolaptaki hazır makarnaya koştu. Şöyle bol soslu, çabucak bir makarna. Onları uğurladıktan sonra hemen pişirdi. Bir güzel yemeye başladı. Çok sıcaktı ama o sıcaklığa rağmen, üfleye üfleye güzelce bitirdi makarnasını. Ta ki sona yaklaşana kadar. Tabağının bitmesine birkaç lokma kala, bir anda durdu. Ağzında lokma, elinde çatal, önünde tabak ve gözünde akmayı bekleyen bir miktar yaş. Lokmayı yutmaya çalıştı, yutamıyordu. Bir şeyler boğazına düğümlenmişti. İç organlarının sesini duyar gibiydi. Zaman durdu sanki,  tabağına damlayan bir damla gözyaşı oldu.

Ne yapıyordu böyle?! Birazdan bu tabak da bitecekti. Sonra tatlı istese o da bitecekti. Sonra üzerine kahve içse, onun tadı da birkaç dakika sürecekti. Yine gecelerce vücut ağrıları, hastalık, hantallık… "Nereye kadar?" dedi, "Nereye kadar böyle gidecek?" Bu sefer bir anlığına gelmemişti bu düşünce. Pek gitmeye niyeti olmayan, sinir bozucu misafir gibi beynine çakılı kalmıştı.

Usulca tabağı eliyle itti, çatalı içine bıraktı. Bir an midesinin doluluğundan ayağa kalkamadı. Resmen eziyet ediyordu kendine. O beklediği tatmin hissinin gelmeyeceği aşikar değil miydi? Yediği hiçbir yemekte, hiçbir tatlıda, uğraştığı hiçbir şekerde, sosta o tatmini yakalayamayacaktı. O tatminin peşinden koşarken ki his de bizimkinden ürkmüş, çok daha hızlı depar atıp, arayı iyice açıyor gibiydi.

Kilo

Daha sağlıklı olduğu zamanlara baktı; sofradan "doydum" deyip kalkabiliyordu. Ama şimdi tıkanmadan kalkamıyordu. Geceleri yaşadığı ağrıları hatırladı; bu kadar çok yemeği vücut nasıl hazmetsin? Yeniden duydu iç organlarının sesini; yalvaran mı dersin, kendini salan mı, kızan mı, sinyal vermeye çalışan mı… 

"Tamam biz yine görevimizi yapmaya çalışalım ama emrine verildik diye bu kadar eziyet niye! Yükümüzü biraz hafifletsen de rahat çalışsak olmaz mı?" der gibiydiler.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; “Tat miktarı arttıkça, insanın tat alma marifeti düşer.

İnsan her doymaya çalıştığında, her miktarı arttırdığında doyum becerisi de ondan uzaklaşıyordu.

Sağlıklı kilo veren insanların mutlu olduğu geldi gözünün önüne. Demek ki vardı bir ilgisi…

Peki neden yemeği çözüm olarak görmüştü? Önce ona bir bakmalıydı. Genelde kızgın, üzgün durumdaysa ya da yapacak başka bir işi yoksa yemek yemeyi tercih ediyordu. Yedikçe daha da mutsuz oluyor, mutsuz oldukça daha da yiyordu. Ve böylece kendini bir kısır döngüye soktuğunu fark etti. O döngü içinde de aslında yediklerinin vücudunu nasıl yiyip bitirdiğini, zorladığını, bedenine zarar verdiği gibi ruhunu da etkilediğini fark etti.

“İmdaaaat!” diye bağırmak geldi içinden. Aslında ben onu değil, o beni yiyor. Ömrümden, sağlığımdan, zamanımdan, ilişkilerimden, özgüvenimden… En önemlisi de mutluluğumdan yiyor. "Dur!" dedi "Frene bas!"

Kilo

Haliyle başta biraz sarsılacaktı biliyordu. Ama sonsuza kadar sürecek bir acı yoktu ya! Bir yerde düzene girerdi. O zamana kadar azıcık sabır.

Bazı kilometre taşı olan sorular düştü zihnine.

  • Mesela duygusal olarak zorlandığımda yemek yerine ne ile uğraşabilirim?
  • Ev alışverişinde nelere yer verebilirim? Öyle ya evde abur cubur olursa yerdi. Sonuçta hiç yaklaşmasa daha iyiydi.
  • Belli bir hazım süresi tanıyabilirdi kendine. Mesela iki öğün arası en az kaç saat olmalıydı? 
  • Şu an tabakta duran yemek konuşabiliyor olsaydı, benim hangi halimde mideme girmek isterdi?

Ve en önemlisi insan çok özel bir canlı, insanın mutluluğu birkaç lokmadan ibaret olmamalıydı. Yapılacak onca güzel şey varken tek bir şeyi aşırılaştırmanın insanı mutlu edeceği yanılgısına nerden kapılmıştı?

Gerçek bir tatmin hissi, insanın ruhunun doyması hissi, o kadar gündelik bir ihtiyaca bağlanamayacak kadar önemli değil miydi? Gerçek bir doyuma ulaşabilmeyi, o gözündeki bir damla yaşla birlikte, için için diledi. O aradığı hissiyat, bugünkü en küçük bir hamle ile başlayacaktı. Buna inancı tamdı. Bugünkü minicik bir azaltma ya da minicik bir frene basma, ileride çok büyük kapıları açacaktı. Anladı ki mesele yemek miktarını değil, doyum marifetli arttırmaktadır...

***

Deneyimsel Tasarım Öğretisi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur. 

İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.

"Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" Programları ile bu amaca katkı sağlar.

Deneyimsel Tasarım Öğretisinde anlatılan tüm bilgiler, gerçek bilgiler olup, tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.

***


12 yorum:

  1. Çokkk bizden bir yazı olmuş😄 çözüm yollarını hayatımıza geçirebiliriz dilerim👏

    YanıtlaSil
  2. Her zorluk küçük bir adımla düzelmeye başlar. Emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
  3. Şu sıralar ben imdat!!! Kaleminize sağlık ✨🌸🌸

    YanıtlaSil
  4. Dozunda olanın yararlı olduğu ama miktarı arttıkça zararlı olacağı aşikar, insan bunu bile bile kaçıyor.. gerçeğe yaklaşmayı diliyorum, çok güzel bir yazıydı. Ellerinize, emeğinize, yüreğinize sağlık .

    YanıtlaSil
  5. Okurken hayatım gözümün önünden geçti. Allah razı olsun okurken yutkunamadım makarnayı yutkunamadığı gibi. Düşündürücü bir makale olmuş emeğinize sağlık ☺️🌺

    YanıtlaSil
  6. Ne kadar da biz.. Az her zaman çok.. Elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  7. Eliniz sağlık çok güzel ifade etmişsiniz . Farkettirdiğiniz az ama çok birçok şey için çok teşekkürler . 🍃

    YanıtlaSil
  8. Miktar; En büyük tuzak değil midir ki.. ellerinize sağlık 🌺

    YanıtlaSil
  9. Küçük küçük adımlar elbet büyük kapıları açacak 🌸

    YanıtlaSil
  10. İnsan sıkıştıkça miktarla ilgili sıkıntıya sokuyor kendini, sıkıntının çaresi “daha” da zannediyor. İllüzyondan kurtaran bu ilme sonsuz şükürler olsun. Emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
  11. Yüzümde tebessümle okudum, bana gelsin bu yazı :D Yemekler beni esir aldı ama minik bir hamleyse şifa hadi o zaman hareket zamanı :))

    YanıtlaSil
  12. Emeğinize sağlık! Nereye, nasıl bakmamız gerektiğini anladık🥳

    YanıtlaSil