Emir, sapsarı yapraklar
yerleri süslemişken, asfalttan geçen arabaların lastik sesleri içinde, eline
aldığı poğaçaların kokusuyla hızlı hızlı yürüyordu. O sabah dükkâna her
zamankinden erken geldi. Kapıdan içeri girerken “Bugün her şeyi doğru
yapacağım!” diye içinden geçirdi. Ancak dün akşam dükkânı kapatırken yaptığı
küçük dikkatsizlikler onu daha kapıdan girer girmez karşıladı.
Işıkları açtığında
tezgâhın üzerindeki defterleri yanlış yere koyduğunu fark etmedi. Fiyat
listeleri tedarikçi notlarıyla karışmış, hatta en üstte olması gereken sipariş
formları broşürlerin arasında kaybolmuştu. Emir’in ustası olan Hasan içeri
girince masaya şöyle bir baktı, kaşlarını hafifçe kaldırdı. “Sabahlar, düzenle
başlar.” dedi sadece. Emir, masayı düzelteyim derken nereye ne koyacağını yine
karıştırdı ve iki kere farklı yere taşıyıp üçüncüde doğru yere koyabildi.
Günün ilk müşterisi içeri
girdiğinde her zamanki gibi telaşlandı. Hem doğru kelimeyi arıyor hem de sesi
titremesin diye uğraşıyordu. Bir ürünün fiyatını soran müşteriye yanlış fiyat
söyleyip hemen ardından daha da yanlış bir fiyatla düzeltmeye çalışınca kendi
bile ne dediğini anlamadı. Müşteri gülümseyip çıkınca Emir’in yanakları
kızardı. Hasan usta ise ona uzaktan bakıp kısa bir not yazdı ve tezgâha
bıraktı: “Sakinve yavaş!”
Emir, işler bir an önce
bitsin diye acele ettikçe sanki daha da uzuyordu.
Kargolar geldiğinde Emir
yine aceleyle koştu. Kutuları hızlı hızlı dizmek isterken birini diğerinin
üstüne yanlış ağırlıkla koydu. Alttaki kutudan hafif bir çatırdama sesi geldi.
Hasanusta kutuyu açıp içindeki porselenlerdeki çatlakları görünce önce kutuyu,
sonra Emir’i süzdü. “Niyetin güzel Emir. Acele etmediğinde zaten işleri
yaparken hızlandığını göreceksin. Sen henüz çıraksın. Koşmadan önce adımlarını
sağlam atmaya bak. Hızlı başlamak değil, hızlanmak önemlidir.” Emir,mahcup oldu
ama bu hataları neden yaptığını zihninde ilk defa net biçimde ayırt etti. Acele
ediyordu ustası gibi olmak için.
İnsan, istediği sonuca
acele varmak ister. Bu isteğinden dolayı da hata üstüne hata yapar. Sonuç
gelsin diye acele ettiğinde ise bir bakar ki daha da geriye gitmiştir.
Öğleden sonra dükkân
biraz sakinleyince Emir vitrini düzenlemek için camın önüne geçti. Ürünlerin
yerlerini değiştirirken gözüne güzel görünen şeylerin müşteriye nasıl görünmesi
gerektiğini henüz hesap edemiyordu. Renkler uyumsuz, yükseklikler dengesizdi.
Hatta bir ürünü öne koyarken yanlışlıkla arkadakini devirdi yere düşürmeden son
anda yakaladı. Kendi kendine “Yine hata yaptım, vitrini mahvediyordum.” deyip
düzenlemeye devam etti. Hasan ise arkasından izliyordu. Yanına gelip sadece bir
objeyi hafifçe yana kaydırdı. Vitrin bir anda derli toplu bir hâle büründü.
“Yolun başında hata yapabileceğini kabul etmek de hatalarını azaltır.” dedi.
Akşam, dükkânı kapatırken
Emir’in omuzları biraz düşük olsa da bu kez içinde tuhaf bir kararlılık vardı.
Gün boyu yaptığı hatalar onu yoruyordu ama Hasan’ın kızmaması, her defasında
sessizce bir işaretle yön göstermesi, içindeki öğrenme isteğini büyütüyordu.
Bugün yanlış yapmıştı; ama her yanlış, yarın unutulmayacak bir ayrıntıya
dönüşüyordu.
Kepengi indirirken kendi
kendine fısıldadı, “Böyle böyleolacak… Elim alışacak.”
Ve o an içinden geçen şey
şuydu: Yolun başında olmak bazen yük gibi görünse de aslında insanın en hızlı
büyüdüğü yer tam da burasıydı.
İnsan, acele eder.
Kilo vermekte,
kaslanmakta, büyümekte, öğrenmekte, usta olmakta…
Oysa insan, acele
etmeden, sabrederek yetişir. Yavaş yavaş hızlandığında hedefine ulaşır, acele
ederek değil. Başta hatalar yapılabileceğini kabul ederek ve tekrar etmemesi
için daha iyi olmaya çalışarak hatalarını azaltabilir.
Çıraklık, insana ne ceza,
ne de eziyet değildir.
Öğrenmenin ilk adımıdır.
Çünkü bilmediğini kabul etmektir. Ancak bilmediğini kabul eden insan öğrenme
gayretindedir.
***
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.
"Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" Programları ile bu amaca katkı sağlar.
Deneyimsel Tasarım Öğretisinde anlatılan tüm bilgiler, gerçek bilgiler olup, tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.
Kapı çalıyordu… Yorgun
bir şekilde oturduğu yerden kalktı ve kapıya yöneldi Aylin. Gelen
kayınvalidesiydi…
Kısa bir süre önce
evlenmişti Hasan’la. Kayınvalidesi de sağ olsun hiç yalnız bırakmıyordu onları.
Gelini olarak değil de, arkadaş olarak görüyordu sanki Aylin'i. Konuşmayı epey
seviyordu. Sürekli bir şeyler anlatmak istiyordu. Aylin’de onu kırmak istemiyordu.
Ancak bir sürü iş onu bekliyordu evde. Ne işlere odaklanabiliyordu, ne
konuşulanlara. Bir de bir türlü kıvamını tutturamadığı yemekler var tabi…
Evliliğin ilk zamanları da onu zorluyordu. Başı ağrımaya başlamıştı.
Kayınvalidesi her zamanki
yakınmalarına başlamıştı… Eşinin inatçılığını, ilgisizliğini anlatırdı her
seferinde. Yine şikâyetler, serzenişler, beklentilerle dolu uzun bir konuşma…
Aylin neden böyle
olduğunu tanımlayabiliyordu. Birbirlerini gerçekten tanıyamadıklarını
düşünüyordu. Her ikisi de birbirinin hassas noktalarını göremiyordu. Bu yüzden
de merhametsiz davranıyorlardı farkında olmadan. Çok söylemek istedi Aylin
ama sonra sustu. Çünkü fark etti ki, bazen o da aynı hatayı yapıyordu. Kendi
eşiyle konuşurken de çoğu zaman anlamadan yargılıyordu.
Bir sabah Aylin o kadar
özenli bir kahvaltı hazırlamıştı ki. Pankekinden sütüne kadar sofrada neredeyse
bir kuş sütü eksikti. Eşi ise aceleyle kahvaltıyı geçiştirip işe gidivermişti.
Kahvaltısının hakkını alamayınca da ilgisizlik diye düşünerek gün boyu üzülmüştü.
Akşam olunca gerçeği öğrenmişti. Kocası önemli bir toplantı için erken gitmek
istemişti. Geç kalacağı stresiyle sofradakileri pek gözü görmemişti...
O an kendine kızdı. “Ben
de aynıyım,” dedi içinden. Ve düşündü kayınvalidesi
anlatırken: Belki de herkesin anlatma, sevme, tepki verme biçimi farklıydı.
Bazı insanlar detay detay
açıklama beklerdi. Detaylı açıklamayınca önemsenmediğini hissederdi. Bazıları sevdiğini görmek
isterken, bazıları için sevgi hissedilen bir şeydi. Bazıları, faydalı şeylere
öncelik verirken, bazıları için keyif olmazsa olmazdı. Bazıları bireysel
takılmak isterken, bazıları çok kişiyle arkadaşlık kurmak isterdi.Kimi evinde huzur
bulurdu, kimi evden çıkmaya yer arardı.
Ve işte bu farklılıklar aslında zenginlikti. Bunu bilmediğimizde,
ilişkilerde birbirimizi anlamayı zorlaştırıyordu. Ve anlamadığı için merhamet
gösteremiyordu. Sevdiği kişi konuşmayı
isterken, o an biraz o zaman ayırıp dinlemekti merhamet…
Bir yemekte, eşinin keyif aldığı şeylerden hazırlamaktı merhamet… Çocuğu ona sarılmak
isterken, sarılmasına katılmak ve onu kucağına almaktı merhamet… Her insan aynı değildi.
Birbirinden farklı birçok özellikleri vardı. Bu farklılıklar, merhamete ihtiyaç
duyuyordu ilişkilerde… ve bu ilişki kurduklarımızın hakkıydı bir yerde…
Aylin içinden geçirdi;
“Merhamet, birine acımak
değildir. İnsanları anlamak, kendi hakkından onun için vazgeçebilmekti. Hakkını
bağışlamaktı. Bazen onun gibi düşünebilmekti. Onun gözünden hayata
bakabilmekti… Hislerinin, düşüncelerinin, davranışlarının altında yatan sebepleri
anlayabilmek ve kendinden çıkabilmekti.”
Sonra çocukluğunu
düşündü…
Annesiyle babası da hep
farklı dillerde konuşuyorlardı sanki. Babası sakin biriydi, annesi ise kıpır
kıpır. Babası sevgisini göstermiyor diye kendini değersiz hissederdi annesi.
Oysa babası, annesinin en sevdiği tatlıyı alarak gösteriyordu sevgisini.
Büyüyünce anladı ki
herkesin sevgiyi gösterme biçimi farklıydı. O zaman fark etti Aylin… Mesele
haklı-haksız meselesi değildi. Tüm mesele insanın anladığı kadardı.
Aylin düşüncelerinden
sıyrıldığında kayınvalidesi hâlâ anlatıyordu. Arada dertleniyor, arada
gülüyordu. Aylin yine sadece dinlemeyi seçti.
Kayınvalidesinin de
biriktirdiklerini, anlaşılmak istediğini fark etti. Yüzüne ilk kez içten bir
tebessüm geldi. Anlayınca kayınvalidesini, yüreğine bir sıcaklık gelmişti.
Merhamet bu olabilir miydi?
“Ben sana bir çay koyayım
da içelim birlikte. İyi gelir ikimize de” dedi sıcacık gülümsemesiyle.
İnsan tanımadan,
anlayabilir miydi ki? Anlamadan nasıl merhametli olacaktı?
Sahi öyleyse, Kim kimdi?
***
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.
"Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" Programları ile bu amaca katkı sağlar.
Deneyimsel Tasarım Öğretisinde anlatılan tüm bilgiler, gerçek bilgiler olup, tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.
Son zamanlarda işte
zorlanmaya başlamıştı Ayşe. Masasının başında otururken, kalemi elinde bir
yukarı bir aşağı hareket ediyor, önündeki dosyalara baksa da zihni başka yerde
dolaşıyordu. İş yerinde karar vermesi gerektiğinde düşünmeden, içinden gelen o
hızlı dürtüyle hareket ediyor, sonra da yaptığı hatalar yüzünden sıkışıp
kalıyordu.
Geçen gün patronunun
müşteriye göndermesini istediği önemli bir mail vardı. Ayşe, “Hemen yapayım da
aradan çıksın” diyerek bir çırpıda yazıp yollamıştı. Fakat mailde imla
hataları, eksik bilgiler ve yanlış yönlendirmeler vardı. Patronu, sert ama
yorgun bir ses tonuyla, her zamanki cümlesini tekrarlamıştı:
‘’Kızım, bu kadar acele etme! Sindire sindire yap şu işleri.’’
Ayşe başını öne eğmişti.
İçinden, “Keşke elimde olmasa bu acelecilik…” diye geçirdi. Sanki içinden hiç
durmadan işleyen bir saat vardı; tik takları kulaklarında çınlıyor, onu sürekli
hızlandırıyordu.
O gün öğle arasında
dışarı çıktı. İstanbul’un kalabalık bir caddesinde yürürken, bir anda durup
etrafını izlemeye başladı. Korna sesleri, insanların aceleci adımları,
sabırsızca birbirini sıkıştıran arabalar… Herkes bir yere yetişmeye
çalışıyordu. Ayşe, kendisini bu şehrin ritmiyle koşmaya mecbur bırakılmış gibi
hissetti. “Nereye yetişiyoruz ki?” diye sordu kendi kendine.
Bir an aklına okul
zamanları geldi. Ne kadar farklıydı şimdiki kendinden. Okulu seçtiği zaman o
dönem acele etmemişti. Hocalarına danışmış, büyüklerine sormuş, uzun uzun
düşünmüştü. Ve sonuçta seçtiği bölüm ona pek çok kapı açmıştı. Demek ki acele
etmeden verilen kararlar, insanın yolunu daha güvenli kılıyordu.
Yakındaki bir parkta boş
bir banka oturdu. Başını kaldırdığında, tam yanında yıllardır aynı yerde kök
salmış bir ağaç gördü. Gövdesi dimdikti, dalları gökyüzüne doğru yayılmış,
kökleri ise görünmez bir güçle toprağa tutunmuştu. Ayşe, dalgın bir bakışla ağaca
fısıldar gibi düşündü:
“Seni böyle güçlü kılan
şey, bir anda büyümek için acele etmemiş olman değil mi, yoksa asırlık çınar
olamazdın… Önce köklerini derinlere salmışsın. Zamanla dalların çoğalmış,
gövden kalınlaşmış. Sen acele etmeden sabırla büyümüşsün.”
İnsan da hayat yolunda
tıpkı ağaçlar gibi değil miydi?
Onun kökleri;
deneyimleri, sabrı ve öğrendikleriydi. Dalları ise hedefleri yani meyveleriydi.
Kökleri sağlam olmayan bir ağaç nasıl ki en ufak rüzgârda devrilirse…
Sabırsızca verilen kararlarla ilerleyen insan da ilk fırtınada sarsılıyordu.
Ayşe derin bir nefes
aldı. İçindeki o sürekli acele etmeye zorlayan saate inat, bu kez yavaşladı.
Belki de gerçek güç, hızlı olmakta değil doğru zamanda, doğru yerde kök
salabilmekteydi.
İnsanoğlu ‘Hemen olsun,
şimdi olsun, acele sonucu görelim…’ ister. İnsan isteğine hemen varmak
isterken, kendi ayağına dolanabiliyordu tüm seçimleri. Oysaki sebeplere
konsantre olmakta dönüyordu tüm öykü.
Ve içinden şu cümle geçti
Ayşe’nin:
“Belki de insan, gücünü
köklerinden alan ağaçlar gibi sabırlı olmalı. Kararlarını hemen değil,
sindirerek vermeli. Çünkü büyümek, aceleyle değil, zamanla gelişerek olan bir
şeydi…”
***
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.
"Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" Programları ile bu amaca katkı sağlar.
Deneyimsel Tasarım Öğretisinde anlatılan tüm bilgiler, gerçek bilgiler olup, tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.
Hani bazen insanlar hayatın akışında bir an durur, etrafa bakar ve kendi kendine sorar ya…
“Bu mu yani? Böyle mi geçecek benim hayatım?”
İşte Sena’da onlardan biriydi…
25 yaşında, İstanbul’da büyük bir şirkette çalışıyordu. Kariyerinde güçlüydü, pozisyonu iyiydi, dışarıdan bakıldığında da başarılıydı. Ama geceleri başını yastığa koyduğunda, bir şeyler ters gidiyor düşüncesine kapılıyordu. Zaman onunla değil, ondan bağımsız akıyor gibi hissediyordu.
Her şey bir sunum günü başlamıştı. Haftalardır üzerinde çalıştığı proje, bir sistem hatası ile silinmişti. Üstüne bir de müdüründen azar işitmişti, ekibi ise sessizdi. O gün tuvalette neredeyse on dakika sessizce ağlamıştı. “Tükenmişlik” kelimesi ilk defa o gün zihninde netleşti.
Meğer tükenmişlik ilk çatlakmış. Ama asıl kırılma noktası orası değilmiş. O akşam eve dönerken kafasından şu cümleyi geçirdi:
“Beni ben yapan şeyleri çoktan geride bırakmışım...”
Yön değiştirmek değişimin ilk gerçek adımıydı. Zaten Sena’da ertesi gün hemen köklü kararlar almadı. O, hayalindeki kahve dükkânını hemen kurmadı evet ama ilk defa yönünü değiştirdi. Günlük rutinine küçük adımlar ekledi…
İnternetten girişimcilik videoları izledi. Online “Kahve seminerlerine” katıldı. Hafta sonları ikinci el kitap sattı. Farklı işlerde çalışıp para biriktirdi.
Tabii ki birden olmadı hiçbir şey. Ama o, sabırla devam etti. Çünkü artık biliyordu;
“Dönüşüm zaman alır...”
Evet, zorluklar vardı. İlerlemek güzel ama kolay değildi. Uykusuzluk, migren nöbetleri, “Neden uğraşıyorsun?” diyen aile fertleri, zaman zaman gelen yalnızlık hissi...
En kötü dönemlerinde ciddi ciddi de düşündü vazgeçmeyi... Ta ki bir kitapta okuyana kadar şu cümleyi:
“Sen sadece yönünü değiştir. Hedefine henüz varmasan da, yaklaşmış olursun”
İşte bu cümle, onun kum saatini tamamen tersine çevirdi. Küçük bir dükkân, Sena için büyük bir başlangıç oldu. İki yılın sonunda zar zor kurabilmişti hayalindeki kafeyi.
İlk gün işler çok da iyi gitmedi. Yalnızca bir müşteri geldi ve o da sadece bir kahve alıp gitti.
Ama o akşam Sena, dükkânın ortasında durup şöyle dedi: “Artık benimle beraber akıyor kum saati...”
Bu süreçte birçok şey öğrendi. Öğrendiklerinden bazılarını kafesinin duvarlarına küçük çerçevelerle astı.
“İnsanın umudu kadar netliği var...”
“Hiçbir şey birdenbire olmaz. Azimle ve sabırla devam etmek gerekir.’’
“Zorluklar düşman değil, öğrenmeyi geliştiren fırsatlardır.”
“Hedefine giderken, zorluklarla karşılaştığında aslında ne kadar samimi olduğun test edilir.”
Bugün kum saati artık onun ellerindeydi. Hem işlerini yoluna koymaya başlamıştı, hem de yeni girişimcilere, deneyimlerini aktarmak adına destek olmaya çalışıyordu. Kafeye gelen müşterilerine sohbet ederken şu soruları sorup, düşündürmeye çalışıyordu:
“Senin kum saatin ne tarafa akıyor?”
“Ve sen, onu çevirmeye hazır mısın?”
Hayat bir anda değişmez… Ama sen yönünü değiştirirsen, hayat da yavaş yavaş ardından gelir… Sena’nın hikâyesi de bunun en güzel kanıtı değil miydi?
***
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.
"Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" Programları ile bu amaca katkı sağlar.
Deneyimsel Tasarım Öğretisinde anlatılan tüm bilgiler, gerçek bilgiler olup, tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.
Dersi dinlerken derin düşüncelere dalmıştı Atlas. Babasının
tavsiyesi üzerine mühendis olmaya karar vermişti. Başlarda acaba başka bir
meslek mi seçseydim diye düşünmüş olsa da ikinci sınıftan sonra iyice bölümüne
kalbi ısınmıştı. Ona alanını sevdiren şu an dersi anlatan hocasıydı.
Atlas’ın her zaman kuşlara ilgisi olmuştu. Babasıyla uzun doğa
yürüyüşlerine çıkarlardı. Orada kuşları gözlemlerdi. En sevdiği kuş türlerinden
birisi de Yalı Çapkı’nıydı. Alacalı renkleriyle insanı kendisine hayran bırakan
bir kuştu. Atlas’ı etkileyen asıl şey bir ok misali öne atılıp, avını
avlamadaki mahareti. Hocası derste “Hızlı Tren” yapımında bu göz kamaştıran
kuşun bazı özelliklerinin modellenildiğini söylediğinde, doğaya olan hayranlığı
daha da artmaya başlamıştı.
“Hızlı Trenlerin yapım
aşamasında tünelden çıkarken çıkarttığı ses hem doğayı hem de yolcuları çok
rahatsız edecek boyuttaydı. Japon mühendisler buna bir çözüm arayışındaydılar.
Ve çözüm gecikmeden doğadan geldi. Yalı Çapkını kuşunun kafaları büyüktür, bacakları
kısadır, küçük kuyrukları vardır. İngiltere’de “kral balıkçılar” olarak anılan
bu kuşların mahareti gagasının şeklinden kaynaklanır. Gagalarının uzun ve dar
olması onun suya hafif bir şekilde dalıp, avına doğru süzülmesini sağlar.
Trenin tünelden çıkarken ki çıkarttığı sesi, trenin etrafından rahatça
süzülmesi sağlanırsa, ses sorunu da çözülebilirdi. Yoğun çalışmalar sonucunda
Yalı Çapkını kuşu modellenerek hava basıncı yüzde otuza düşmüştü. Fakat hala
tatmin edici sessizliğe ulaşamamıştı.
Araştırmacılar tekrar
kanatlı canlıları araştırmaya başladılar. Bu seferde uçarken sessizliğin ustası
olan kuşların başında gelen, gece avlanan “Baykuşları” incelemeye başladılar.
Bu kuşların kanat sesleri neredeyse yoktu. Adeta hayalet uçuculardı. Baykuşların
kanatları tırtıklı tarağa benziyordu ve trende bunu modellediler.”
Hocasının Hızlı tren yapımında doğadaki bu kuşlardan
faydalanıldığını anlatması Atlas’da, hedefe giderken ortama uyumlu, çok ses
çıkartmadan gidilmesinin ne kadar önemli olduğunu düşündürdü. Çünkü gecenin
sessizliğinde Baykuş’un kanat sesi biraz fazla olsa rahat avlanamazdı. Neden?
Avı, onun geldiğini fark etseydi kaçardı. Atlas bunun sıkıntısını üniversite
sınavına hazırlanırken yaşamıştı. Sürekli hedefini anlatması ya da denemelerde
istediği sonuçları alamadığında şikayetlenmesinin aslında iyi olmadığını şimdi
fark ediyordu. Hedefi belirledikten sonra tıpkı avına odaklanan kuşlar misali
sessiz, pür dikkat odağını oraya vermeliydi. Belki ilk denemesinde avcı avını
yakalayamayabilir. Ama ses çıkardığı an artık av, avcısının orada olduğunu
bilir. “Sessizlik…” dedi kendi kendine Atlas. “Sessizliğin gücü…”
Bir avı olmalı bir kuşun, hayatta kalabilmesi için. Avlayacağı
avına göre de marifetleri. Yalı Çapkını kuşunun marifeti ile Baykuşun
marifetleri aynı değil. Hedeflerine uyumlu fizyolojik dizaynları var.
Tıpkı insanlar gibi. Bir hedefi olmalı insanın. Hedefine uyumlu
da hayatını dizayn edebilmeli. Yaşam denen yolculukta, limanı netleştirdikten sonra, o limana
varmak için daha sessiz olmalı başta… Sonra çevresini de yormadan, rahatsız da etmeden ilerlemeli
yoluna……
***
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.
"Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" Programları ile bu amaca katkı sağlar.
Deneyimsel Tasarım Öğretisinde anlatılan tüm bilgiler, gerçek bilgiler olup, tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.