Deneyimsel Tasarım Öğretisi Seminerleri Hakkında Düşüncelerim
Bu hayatta her insan mutlu ve başarılı olmak ister…
Bunun için,
- Sevdiği insanla yuva kurmak,
- Bir sınavda başarılı olmak,
- Hayalini kurduğu mesleği yapmak,
Bu hayatta her insan mutlu ve başarılı olmak ister…
Bunun için,
Haberlerdeki yazıya gözü bir süre takılı kaldı. Şok olmuştu. Böyle bir şey yaşanacağı hiç aklına gelmemişti. Televizyondaki haberlerde tüm dünyayı etkisi altına alan bir virüsten bahsediliyordu, pandemi süreci başlamıştı. “Pandemi ne, bu virüste nereden çıktı?” diye düşünürken, bir anda aklına geldi. “E, peki biz nasıl çalışacağız şimdi?” Kısa süreli bir şok daha..
Sonra hemen toparladı. Herkesin evde olduğu bir süreçse o zaman herkes kendi evinde sporunu yapabilirdi. Zaten bu dönemde sağlıklı kalmak herkesin istediği ilk şey olacaktı. Hemen öğrencileri ile konuşup online ders vermeye başladı.
Günlük rutinler geldi sonra aklına. Evde yapılacak işleri düşündü.
Temizlik, çamaşır, ütü, düzenlemeler buralarda hiç kafaya takacak bir şey yoktu. Çünkü çocukluğundan beri severek yaptığı ve epeyce emeği olan işlerdi. Zaten evi küçüktü, 2-3 saat içinde temizleniyordu. Tek başına yaşadığı için de haftada 2-3 posta çamaşır yıkama, asma, ütüleme ve yerleştirme onu hiç de yoracak şeyler değildi.
Peki ya yemek? İşte buranın şoku pek diğerleri gibi değildi.
Yalnız yaşamasına rağmen mutfakla pek alakası yoktu. Çocukluğunda annesi ve kendisinden 8 yaş büyük ablası onu mutfağa hiç sokmamışlardı. “Aman yanarsın” “otur sen dersine çalış biz yaparız”larla büyümüştü. Uzaklaştıkça uzaklaşmıştı. Şimdilerde ise annesinden tencerelerle kaplarla yemek taşıyor, boşları yıkayıp yenilerini alıyordu. Kahvaltı, çay, kahve tamamdı, onları zaten yapıyordu da şimdi yemek yapma kısmı işin içine girince içi sıkıldı.
“Ne güzel düzenimi kurmuştum, nereden çıktı bu pandemi?”
Kafaya taktığı şey ya virüs kaparsam değil, ya aç kalırsam olmuştu.
Sonra “Aman canım en fazla ne kadar sürebilir, birkaç hafta,en fazla bir ay, dışardan sipariş veririm, olur biter” diye düşündü ama hiç de düşündüğü gibi olmadı. Günler günleri kovalıyor, azalma şöyle dursun vakalar artıyordu. Öyle kolay bitecek gibi durmuyordu. İşi gücü aksamamış olsa da bu dışarıdan verilen siparişler, bütçesini zorlamaya başlamıştı. Üstelik dikkat ederek sipariş verse de içine ne konulduğundan emin olmak pek de mümkün değildi. Midesinde ağrılar, cildinde alerjiler derken işin keyfi iyice kaçmaya başlamıştı.
“Bu böyle olmaz benim artık kendim bir şeyler yapmam lazım, hem yemek yapmak ne kadar zor olabilir ki” deyip telefona sarıldı. İlk olarak annesini aradı.
Tarifleri alıyor, heyecanla yapmaya başlıyor ama hiç de annesinin yaptığı gibi olmuyordu. Annesi mutfakta o kadar ustaydı ki saat tutmadan yemeği pişirir, malzemeleri planlamadan yemeği yapardı. Ama bu ustalık Mine’nin pek işine yaramamıştı. Çünkü annesi tariflerde mutlaka eksik malzeme söylüyordu. “Aaa onu söylememiş miyim, yani o da unutulacak malzeme değil kızım senin de hiç mi aklına gelmedi” deyip bir de fırça yiyordu. Sonra ablasına sormaya karar verdi, onunla her şey çok eğlenceliydi, yemek konusunda da illa ki öyle olmalıydı ama olmadı. Ablası hiçbir zaman aynı yemeği çıkarmazdı, onu tarifleri kafadan atma gibi görünen ama şahane lezzetlerdi. Aynı yemeği bile her seferinde farklı bir şekilde ortaya çıkarırdı. Ondan malzeme listesi almak imkânsızdı, hele ölçü, öyle bir kelimenin lügatında olduğundan bile emin değildi. “Ölçü bilmiyorum göz kararı bakacaksın pişerken işte...” gibi farazi miktarlar veriyordu. Zaten çırak olan Mine’nin iyice devreleri yanmıştı.
Çıraklık çok zordu…
Sonra bu şekilde bir yere varamayacağını anlayıp videolardan tarifler bakmaya başladı. Videolar tam ona göreydi. Çünkü hem görüntü vardı, hem malzemeler kalem kalem miktarına kadar yazılıydı, hem de istediği zaman durdurabiliyordu… Bir gün altını yaktı, bir gün suyunu fazla koydu, öbür gün çiğ bıraktı, çok pişirdi, hamur oldu derken aylar geçiyordu. Ama Mine yerinde saymıyordu, kolay olmuyordu ama yaşadığı zorluklardan keyif almaya başlamış, ufak ufak güzel şeyler de çıkarmayı başarmıştı…
Her çıraklığın başı zordur. İnsan bu aşamadayken hiç ilerleyemeyeceğini ve sürecin hep zor olacağını düşünür. Bu düşünce de onu çabalamaktan, mücadele etmekten, sabretmekten alıkoyabilir.
- Hangi aşçı mesleğe ilk başladığı gün harika lezzetler elde eder?
- Hangi ressam ilk resmi ile tarihe adını kazır?
- Hangi sporcu ilk antrenmanında altın madalya kazanır?
Böyle düşününce ne kadar da rahatlıyor insanın içi değil mi? Çünkü çıraklık hayatın içinde geçilmesi gereken bir aşamadır. Orası bir duraktır. Durakta nasıl ki otobüs gelene kadar beklerse insan, çıraklık da aynı öyledir. Problem yapamıyor olmak, yapmaya çalışmamaktır, pes etmektir, vazgeçmektir. Çıraklık zaten bir yapamama, başaramama halidir. İnsan yapamaya yapamaya yapar hale gelir. Bir gün bir bakar ki yapamıyorum dediği şeyleri yapmaya başlamış.
Hayat çıraklıktan ibaret değildir. Bazı konularda çırak olmak insanın gelişimi için gereklidir. Çıraklık aşaması içindeyken en acılı gibi görünen ama geriye dönüp bakıldığında en keyifle anlatılan anlara dönüşür…
Sahi, sizin var mı hayatta çıraklıklarınız?
Nasıl geçirdiniz?
Pes mi ettiniz yoksa devam mı ettiniz?
Hadi bir adım daha her gün biraz daha iyi, güçlü ve sabırlı olacaksın sevgili okuyucu… Pes etmek yok. Hayat bizden ümidini kesmedikçe pes etmek yok…
Hayat seni elemeden sen kendini eleme…
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.
"Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" Programları ile bu amaca katkı sağlar.
Deneyimsel Tasarım Öğretisinde anlatılan tüm bilgiler, gerçek bilgiler olup, tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.
***
Ahmet Ayşe’nin doğumu yaklaştıkça daha da tedirgin olmaya
başlamıştı. Oğlunun doğmasına tahmin ettiği kadarıyla birkaç haftadan az
kalmıştı; ne de olsa bebek dediğin, zamanı gelmeden doğmuyor, zamanı gelince de
bir saniye bile beklemiyordu…
Ahmet’in tedirginliği ise nasıl bir baba olacağı ile
ilgiliydi. Çünkü kendi babasıyla istediği şekilde bir baba-oğul ilişkileri
olamamıştı. Ahmet’in babası sert mizaçlı bir adamdı. Gülümsemez, başını
okşamaz, sarılmaz, hal hatır sormaz, hatta çoğunlukla ihtiyaç olmadıkça
konuşmazdı bile. Ahmet ise çocukluğundan beri konuşkan, sohbet etmeyi seven,
sıcakkanlı bir insan olmuştu. Herkesle gayet iyi anlaşırken babası ile iletişim kuramamasının sebebini bir
türlü anlayamıyordu. Ama zaman geçtikçe de bu duruma alışmış, babalığın böyle
bir şey olduğuna karar vermişti kendi kendine. Demek ki babalar çocuklarıyla mesafeli olurlardı…
Şimdi kendisi baba olacaktı ve babasının koyduğu bu mesafeyi,
kendisinin de kurması gerektiğini düşünüyordu. Fakat Ahmet’in hiç mizacına uygun bir tutum değildi, nasıl
yapacağını bilmiyor, bu sebeple kaygı duyuyordu…
Günler günleri, yıllar yılları kovaladı, Ahmet’in oğlu Yusuf
doğdu; emekledi, sıraladı, yürüdü, konuşmayı söktü ve ilk sözcüğü “Baba” oldu.
Bir gün oğlu Yusuf’u parka getirmiş, kumların üzerinde oynadığı oyunu izliyordu. Küçük Yusuf birden ayağa kalktı ve kollarını açarak Ahmet’e doğru gelirken “Baba” dedi. İlk kelimesiydi ve baba demişti. Ahmet o kadar şaşırdı ve mutlu oldu ki, sevinçten gözleri parıl parıl parladı. Evladına bu durumda nasıl mesafe koyabilirdi…
· Peki,
baba olmak mesafe koymak demek miydi?
·
Baba
olunca mesafeli, ciddi olmak mı gerekiyordu hep?
·
Ya da
mesafe koymayınca ne olurdu?
· Bunun bir ölçüsü var mıydı?
Ahmet’in aklına daha önce hiç gelmeyen bir şey geldi. Amcası kuzenlerine karşı hiç mesafeli değildi. Çocukluklarından beri onlarla arkadaş gibiydi. Beraber oyun oynar, güler, sarılır, eğlenirdi. Ahmet için bu durum çocukken çok imrendiriciydi. Ama büyüdükçe çocuklar babalarına karşı sevgi ve saygılarında hoş olmayan tavırlar sergilemeye başlamışlardı. Sürekli talep ediyorlar, talepleri gerçekleşmiş olmasına rağmen mutlulukları çok kısa sürüyor, memnun olmuyor ve şikâyet ediyorlardı. Amcası da ne yapacağını bilemiyor, istenmeyen farklı hediyelerle çocuklarının gönlünü kazanmaya çalışıyordu. Çalıştıkça da daha beter oluyordu. Çocuklar okulda yaramaz, derslerde başarısız, istekleri bitmek tükenmez hale gelmişti. Zar zor üniversite sınavında barajı geçmiş, özel bir üniversiteye yüklü meblağlar ödenerek kayıt ettirilmişlerdi. Ama oradan da mezun olmaları uzun sürmüş, iş hayatında dikiş tutturmakta zorlanıyorlardı. Amcası burada da devreye girmiş, iki oğluna bir iş yeri açmıştı. Fakat işler burada da iyi gitmediği gibi bir de babalarına bunca zaman yaptıklarına teşekkür etmedikleri gibi şikâyet eden nankör çocuklar olmuşlardı.
O zaman babalık bu da olmamalıydı. Çünkü Ahmet düşününce
amcasının da babasının da doğru yöntemi
uygulayamadıklarına karar verdi. İkisi de aşırıydı,
birisi fazla mesafeli, diğeri de sınır koymada
hatalıydı.
Doğru bir baba olmak konusunda kararlıydı. Bu yöntemler doğru değilse ben ikisini de detaylı incelemeli, ikisinin de doğru yaptığı şeyleri de mutlaka deneyimselleştirmeli, yanlışları ise örnek almamalıyım diye düşündü. Çünkü her şeyi doğru yapmadıkları kesindi, ama doğru yaptıkları şeyler de mutlaka vardı…
Peki, baba ne
demekti?
Baba, kavram
olarak çocuğu olan erkeklere verilen ortak isimdi. Ama kavramın altında daha derin bir anlam yatıyor olmalıydı:
·
Bir baba çocuğuna neyi vermeli neyi vermemeli?
·
Nerede mesafeli nerede yakın olmalı?
·
Her şeyi önüne mi sermeli yoksa ihtiyaçlarını kalibre mi etmeli?
·
Yardım mı etmeli yoksa destek mi vermeli?
· Çocuğunu nasıl yetiştirmeli, ona nasıl liderlik yapmalı?
Ahmet bunları düşünürken zihni rahatlamaya başlamıştı. Çünkü
sorular ona cevapları da getiriyordu. Oğlunu kucaklayıp sarıldı. Gülümseyen
kocaman gözlerine karşılık verdi. Ama bunlar sadece başlangıçtı…
Eve geri döndüğünde kapıyı açan eşi onu balonlar ve pasta
ile karşılamıştı. “Hayatım babalar günün kutlu olsun…”
Ahmet bu kutlamaya çok sevindi.
Ama parkta olanlar ve düşündükleri ona en güzel babalar günü
hediyesi olmuştu. Çünkü artık nasıl bir baba olacağına karar vermişti.
BABALAR GÜNÜNÜZ KUTLU
OLSUN…
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.
"Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" Programları ile bu amaca katkı sağlar.
Deneyimsel Tasarım Öğretisinde anlatılan tüm bilgiler, gerçek bilgiler olup, tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.
***
Ahmet üniversite okumuş, özgüveni olan başarılı bir gençti. Merve’nin babasıyla Ahmet aynı köydendi. Köy şehre 40 dakikalık bir mesafedeydi. Ahmet ailesiyle köyde yaşıyor, işe gidiş geliş yapıyordu. Merve’ler de ailesiyle yazın köye yaylaya çıkıyorlardı. Merve de öğretmendi, o yaz Ahmet’le yaylada tanışmışlardı. Ahmet yakışıklı ve ağzı çok iyi laf yapan bir gençti. Merve’yi etkilemeyi başarmıştı. Kısa zamanda arkadaşlıkları ciddiye dönüşmüş evlenmeye karar vermişlerdi. Aileler de uygun gördü ve bir zaman sonra evlendiler.
İnsan, hayatta bazen kendisini başkalarıyla kıyaslarken, başkalarının sonucuna imrenirken bulur.
Fatih işten çıkmış tıklım tıklım dolu olan otobüse son anda binmişti. Yanında konuşan teyzeler, arkadaki çocuğun ağlaması derken kulaklığını taktı ve müzik dinlemeye başladı. Bir an önce de eve varmak istiyordu. ‘’Keşke arabam olsaydı her şey daha kolay olurdu. 2 sene geçti, babam destek olsa alıcam da…’’